Türkiye Suriye’de Kürt oluşumuna mı karşı, terörün devletleşmesine mi?
İç savaşın beşinci yılında Suriye’de haritanın değişeceği, ülkenin üçe bölüneceği kesinleşti. Yüzyıl önce Osmanlı’nın Ortadoğu’daki topraklarını...
İç savaşın beşinci yılında Suriye’de haritanın değişeceği, ülkenin üçe bölüneceği kesinleşti. Yüzyıl önce Osmanlı’nın Ortadoğu’daki topraklarını parçalayıp bölüşmek üzere varılan Sykes-Picot anlaşmasının bir benzeri yüzyıl sonra Ortadoğu’da yine bölge halklarının ve Türkiye’nin aleyhine işleyecek şekilde dizayn edilmekte.
Rusya’nın Doğu Anadolu’da birkaç şehrin kendisine verilmesi karşılığında Ortadoğu’da toprak talebinden vazgeçtiği, Fransa ve İngiltere’nin imza koyduğu anlaşma, 1917’de gerçekleşen Bolşevik devrimi sonrasında Çarlık rejiminin diplomatik belgelerinin ortaya saçılmasıyla tesadüfen ortaya çıkmıştı.
Bugün Ortadoğu’yu bir baştan bir başa yeniden şekillendiren, bildik dünya gerçeklerine uymayan çapraz ilişkiler ağını anlamlandıracak bir başka anlaşma metni de bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.
Artık iyice anlıyoruz ki Suriye’de biz beş yıldır “saha”nın, bir yerlerde bir “masa”da çizilmiş bir haritaya uydurulmasının ağır çekim ve hayli kanlı bir filmini izliyorduk.
***
Amerika ve Rusya 27 Şubat itibariyle Suriye’de ateşkesin başlayacağını duyurdu. Sahada savaşan grupların ve bölgesel aktörlerin bu ateşkese ne kadar uyup uymayacakları ayrı bir tartışma konusu ama sahada karşı karşıya gelmemiş iki büyük gücün karşılıklı ateşkes ilan etmiş olması bile, savaşın asıl sahiplerini ve paylaşımın kimler arasında olacağını da göstermesi bakımından önemli.
Ateşkes işlerse, Suriye’deki durum mevcut haliyle donduruldu demektir.
Mevcut harita ağırlıklı olarak üçe bölünecek bir Suriye’yi gösteriyor.
Ortadoğu uzmanlarının sıkça dile getirdiği gibi “Baas rejimi için bir Nusayri butik devleti”, “PKK-PYD için kuzeyde öteki Kürtlerden arındırılmış bir Kürt devleti” ve DAEŞ terör örgütünü için bir “Sünni Arap” butik devleti.
Sistematik etnik-mezhebi temizlik, kitlesel göçler, kuzey Suriye’de gidenlerin mülklerine el konulması, savaş ortamında fırsatçılık gibi travmatik sorunlar var kalacak ama Suriye’de savaş sonrası asıl sorun, coğrafyanın doğasına aykırı olan ayrıştırma siyasetinin sonuçlarından doğacak. Suriye birbiriyle savaşıp duran butik devletler bütünüyle yeni bir Lübnan olacak.
***
Peki, Türkiye Suriye’nin kuzeyinde oluşacak yeni devletçiğe karşı mı? Karşı olduğu Kürt devleti olması mı yoksa PKK-YPG devleti olması mı?
Mevcut siyasi iktidarın da, değişen paradigmalarıyla devletin de, Türkiye toplumunun çoğunluğunun da Kürtlere ve Kürtlerin kuracağı bir siyasi yapıya karşı olmadığı olmayacağı rahatlıkla söylenebilir.
Karşı olunan, tepki toplayan şey Kürtlerin değil, hem Suriye’deki hem Türkiye’deki Kürtler üzerinde hegemonik bir baskı uygulayan, kendisi gibi düşünmeyeni, kendisine tabi olmayanı yok eden ya da yok sayan, her türlü siyasi fikrini ve emelini silah marifetiyle gerçekleştirmeye kalkan, insan öldürerek siyaset yapan terör yapılanmasıdır, PKK’dır.
Yoksa Türkiye devleti ve toplumuyla, 35 yıllık kanlı tarihine rağmen PKK’ya silah bırakma ve normal hayata karışma fırsatı sunmuştu. Çözüm süreci sadece Türkiye’deki Kürtlere değil, Kürtler başta olmak üzere bütün bölge halklarına barış, huzur ve refah vaat eden bir devlet projesiydi.
Türkiye Suriyeli Kürtlerin Suriye’nin demokratik geleceğinde yer sahibi olmalarını hep arzuladı. Salih Müslim’in davet edildiği günlerde söylenen de buydu: “Muhalifler içinde kal. Öteki Kürtlere, Araplara, Türkmenlere baskı uygulama. Esed’e uyma. Emperyalistler çeker gider, bu coğrafyada yine baş başa kalırız. Sakın Türkiye’yi karşına alma”.
Ama PKK-PYD Türkiye’nin yanında olmayı değil Rusya’nın, İran’ın, Esed’in yanında olmayı seçti. Çözüm sürecini bitirip onlardan aldığı silahlarla Türkiye’ye saldırdı. KCK’nın “devrimci halk savaşı” başlattığı 15 Temmuz’dan bu yana bölgeyi işgal etmeye çalışıyor. Asker polis doktor çocuk öldürüyor.