Hayrı da şerri de, hidayeti de dalaleti de Allah yaratır
Dedik ki, Allah’ı akılla bulabiliriz ama akılla bilemeyiz. Eğer Allah’ın keyfiyetini akılla anlamaya kalkışırsanız, aklı O’nun önüne geçirmiş olursunuz veya vahdeti vücuda ya da onun bir adım...
Dedik ki, Allah’ı akılla bulabiliriz ama akılla bilemeyiz. Eğer Allah’ın keyfiyetini akılla anlamaya kalkışırsanız, aklı O’nun önüne geçirmiş olursunuz veya vahdeti vücuda ya da onun bir adım daha ilerisi olan Penteizme kayarsınız. Vahdeti vücud bir varlık felsefesi denemesi olabilir, aklıyla derin deryalara dalmaktan korkmayanlara bir haz ve entelektüel bir lezzet verebilir. Böyle bir denize açılanların bir kısmı da sağ salim sahili selamete geri dönmeyi başarabilirler, ama tutkunları istedikleri kadar savunsunlar, bu hiçbir zaman İslam’ın saf, berrak ve anlaşılır Allah tasavvuruyla bağdaştırılabilecek bir düşünce değildir. Ne Resulüllah, ne de onu ihsan ile izleyenler bize böyle bir Allah’tan söz etmediler. Felsefe merakı olanlar bunu başka alanlarda harcayacaklarına bu alanda harcasınlar, zararı yok. Ama yaptıkları ne İslam akidesi, ne İslam kelamı, ne de İslam varlık düşüncesidir. Akılla çıkacakları ve sonu ne olacağı belli olmayan bir maceradan ibaret kalır. Bunu yapmasınlar demiyoruz. Zaten bazı müstesna zekâlar akılla mahmuzlandıktan sonra kolay kolay durulamazlar, bir maceraya girmek zorundadırlar, bari bunu yapsınlar. Ama hiç kimseyi, vahdeti vücudu anlamıyor da onun için ona karşı çıkıyor diye suçlamasınlar. Anlaşılmayan bir Allah telakkisi bizim akidemiz olamaz. Kendilerinin ne anladıklarını da sadece Allah bilir. Vahdeti vücud bir tasavvuf meselesi de değildir.
Bizim bildiğimiz Allah (cc), Halik’tir, her şeyin yaratıcısıdır. Demek ki her şey vardır. O her isminde ve sıfatında mutlak kemal sahibidir. Yani ilim, kudret, duyma görme, yaratma, ikram, ihsan gibi O’nun için düşünülebilecek bütün sıfatların en mütekâmil hali O’nundur. Şunu da bilebilir mi, şunu da yapabilir mi diye sormak O’nu bir eksik tanımanın sonucudur.
Bazılarının sandığı gibi Allah nur değildir. Çünkü nur da yaratılmıştır, o halde onu da Allah yaratmıştır. Günümüzün sapan ve saptıranlarından biri O’nu enerji olarak anlatıyor. Sanırım işte Panteizm de böyle bir şey.
Ve şu ilginç gerçeği bir kez daha yazayım: İslam dünyasında böyle sapık fikirleri dillendirenleri Batılılar çok seviyor, büyük paralarla destekliyor ve önünü açıyorlar. Böylece kendileri başaramadıkları ümmetin parçalanmasını onlar eliyle yapıyorlar.
Allah kalplerin gizlediklerini de açıkladıklarını da bilir. Geçmişimizi de geleceğimizi de bilir. ‘Ya’lemu ma-beyne eydihim ve ma-halfehüm’ün anlamı budur. Allah’ı doğru tanımak için biz her gün defalarca Ayetelkürsi ve İhlas suresi okuruz. Ama anlamını düşünmediğimiz için bunlar bize çok bir şey ifade etmez.
Allah zamandan ve mekândan münezzeh olduğu gibi, yaratılanlara benzemekten de münezzehtir. O hiçbir şeye benzemez. Bu sebeple O’nun için zikredilen semada olma, yed/el, vech/yüz, inme gibi sıfatların hiç biri bizim bildiğimiz sema, el yüz ve inme cinsinden olamaz. O’nun kendisi için kullandığı böyle sıfatları anlamada iki makul tavır vardır. Birincisi ve en sadesi; mademki Allah bunları kendisi için zikrediyor, ayrıca kendisinin hiçbir şeye benzemediğini de söylüyor, o halde bunların keyfiyetini biz bilemeyiz, bunlarla O neyi kast etmişse biz ona öylece inanırız ve ötesini aramayız. İkincisi, bunlarla bir teşbih/Allah’ı bir yaratılmışa benzetme ve tecsim/O’nu cisim gibi anlama durumuna düşenlere karşı, bunların bir kısmının mecaz olabileceğini söyleme, mesela yed’in kudret anlamına gelebileceğini, veçhin zat olduğunu söyleme gibi. İhtiyatlı olmak ve nihai tevili Allah’a havale etmek şartıyla Kelam âlimleri böyle bir mecazda da problem görmezler. Çünkü Onun bazı fiilleri hakikat anlamında alındığı takdirde O’nu teşbih ve tecsim durumuna düşülebilir. Bir yerde O semaya istiva etti, bir yerde Arşa istiva etti deniyorsa istivanın artık oturma, konuşlanma olarak hakikat anlamında olması düşünülemez.