‘Kalbi bildiğini iddia etmek küfürdür’, bu ne ağır bir söz değil mi?
Demiştik ki, veli bir kul, ya da her hangi bir insan diğer bir insanın kalbindekini bilebilir mi? Açıktır ki bunun iki ihtimali vardır; ya bilebilir, ya bilemez. Hangisi doğru? İşte bunu irdelemeye devam ediyoruz. Bildiğim tek kesin...
Demiştik ki, veli bir kul, ya da her hangi bir insan diğer bir insanın kalbindekini bilebilir mi? Açıktır ki bunun iki ihtimali vardır; ya bilebilir, ya bilemez. Hangisi doğru? İşte bunu irdelemeye devam ediyoruz. Bildiğim tek kesin şey, benim başkasının kalbini bilemediğimdir.
Peki, başkalarının bunu bilip bilmediğini nasıl öğrenebiliriz? Bunu ya bir tecrübeye tabi tutarız, ya da bu eğer bir gaybı bilme meselesi ise, o zaman aklın, bilimin ve içtihadın konusu olmaktan çıkar, gaybı bilene, yani Allah’a ve Allah’ın verdiği gayb bilgilerini O’ndan vahiy ile alan Resulüllah’a sorarız. Kısaca ayetlerde ve hadislerde bilebileceğini ya da bilemeyeceğini açıkça söyleyen naslar varsa artık onların dediğinden şüphe etmeyiz. Açık naslar yoksa ama her iki taraftan birine işaretler varsa o zaman da daha başka deliller arar ve birisinden yana kanaate varmaya çalışırız. Ama o takdirde de bu bir kanaat olmayı öte geçmez, yani kesin bir iman meselesi olmaz.
Şimdi geçen yazıda başladığımız seyr-i sülükümüze devam edelim.
Yine 1980’lerin başlarıydı. Ankara Hacı Bayram Camii'nin yanındaki tekkesinde rahmetli Emin Acar Hoca'yı ziyaret etmiştim. Niyetim, doktora tezimle ilgi mecliste yaptığı bir konuşmanın mahiyetini öğrenmek ve ona diğer bazı sorular sormaktı. Beni de halkanın bir yerine oturttular. Hoca sohbetine devam etti. Sormak istediğim şeylerden birini sohbet esnasında cevaplayınca tamam dedim, kalbimdekini bildi. Ama kolay ikna olan birisi olmadığımdan, belki de tevafuk olmuştur diye düşündüm.
Daha sonra İmam Azam Ebu Hanife’nin (r) meşhur beş risalesinden birinde onun şu ifadelerine rastladım. Bunları aşabilmek ise o kadar kolay gözükmüyor.
Birisi ona öğrenmek maksadıyla (müteallim) soru sormaya devam ediyor: