Kudsi ve kutsal
Kudsi ve kutsal kelimeleri aynı anlamda sanılıp karıştırıldıkları olur. Oysa birinin aslı ‘kuds’, diğerininki ‘kut’tur. Aralarında mana benzerliği yok değildir ama kudsi İslami bir...
Kudsi ve kutsal kelimeleri aynı anlamda sanılıp karıştırıldıkları olur. Oysa birinin aslı ‘kuds’, diğerininki ‘kut’tur. Aralarında mana benzerliği yok değildir ama kudsi İslami bir kavramdır.
Allah’ın Kuddûs ismi vardır. Kuddûs: Mukaddes, yani her türlü eksiklikten temiz ve beri demektir. Sübbûh da yine buna yakın anlamdadır ve o da Allah’ın isimlerindendir. Bu sebeple melekler Allah’a; ‘Biz seni hamd ile tespih ediyoruz ve seni takdis ediyoruz’ (Bakara 30) demişlerdi. Yani takdîs, Kuddûs’le alakalıdır, Allah’ı temizleme ve arındırma değil, O’nu böyle bilme, böyle olduğuna inanma demektir. Kudüs kelimesi de buradandır. Kudüs ve havalisindeki Filistin topraklarına Kuranıkerim ‘Mukaddes topraklar’ anlamında ‘el-Ardu’l-mukaddese’ tabir eder (Mâide 21). Mübarek ve temiz kılınmış belde demektir. Oranın temiz kılınmış/mukaddes olması, şirkten küfürden ve manevi kötülüklerden Allah tarafından arındırılmış olmasındandır. Yine Hz. Musa’ya vahyin geldiği Tuva, ya da Tur dağı vadisi de Kuranıkerim’de mukaddes olarak isimlenmiştir. Muhtemelen önce şirk ve karışımlarından korunmuş, arındırılmış, bu özelliği ile oraya mukaddes denmiş ve vahiy böyle temiz bir beldede inmeye başlamıştır. Bizim de Mekke ve Medine’ye ‘Mukaddes Topraklar’ dememizin sebebi, İslam ile beraber oraların şirkten temizlenmiş olmasındandır. Bundan şöyle bir anlam da çıkar; bir yerin mukaddes olması, orada ilk varoluşundan itibaren sanki ilahi bir gücün bulunması, bu gücün oraya sızması demek değil, orada şirk ve küfür gibi manevi pisliklerin bulunmaması, ya da oranın bunlardan arındırılması demektir. Mescid-i Aksa’nın haremiyle beraber bir adı da ‘Beytü’l-makdis’tir.
Peki, kişi mukaddes olabilir mi? Bildiğimiz kadarıyla ne Kuranıkerim’de, ne de hadisi şeriflerde her hangi bir insan için ‘mukaddes’ ya da ‘kudsi’ ifadesi kullanılmamıştır. Olsaydı buna en layık olanlar peygamberler olurdu. Bu onlar için de söylenmemiştir. Ancak vahiy meleği olan Cebrail için ‘Ruhu’l-kudüs’ denmiştir. Bu da ya ‘mukaddes/temiz ruh’ diye, ya da ‘Kuddûs’ten, yani Allah’tan olan bir ruh’ diye anlaşılmıştır. Peygamberlerden başka hiç kimse günahlardan tamamen arındırılmış olamaz. Öyle olsa beşer olmaktan çıkar. O halde bir insana ‘mukaddes’ denmesi, onda ilahi vasıfların bulunduğu, ya da ilahlığın ona hulul ettiği, sızdığı ve karıştığı anlamına da gelebilir ki, böyle bir hulûl anlayışı Zahidü’l-Kevseri’nin dediği gibi insanı şirke götürür. Bu mana kutsalda vardır.
Peki, insan değil de insanın ruhu mukaddes olur mu, ya da takdis edilir mi? Yani tertemiz kılınır mı, böyle olduğu söylenebilir mi? Doğrusu bunu söyleyen bir nas da yoktur, Selef-i salihin de bu ifadeyi Resulüllah için kullanmamıştır, o halde ilk akla gelen bunun da olmaması gerektiğidir. Ancak hatırı sayılır âlimler ‘kaddesellahu ruhahu’ ya da ‘kuddise ruhuhu’, yani birisi için; ‘Allah ruhunu mukaddes kılsın’, ‘ruhu mukaddes olsun’ ibaresini çokça kullanmışlar. Hatta İbn Teymiye gibi selefi ve bu konularda aşırı titiz âlimler bile bunu yapmıştır. Bu belki, Allah onun günahlarını temizleyip affetsin anlamında olabilir ve o takdirde caiz olur. Ya da cennetin bir adının da ‘Hazîratü’l-kuds’ olduğunu düşünürsek, ‘Allah onu cennete koysun’ anlamında olursa caiz olabilir. Bu sebeple de daha çok ölmüş insanlar için kullanılır. Yine de işi iyi bilen birisinin bunun üzerinde durması gerekir. Acaba bu tabir dıştan bir etkilenmenin sonucu olabilir mi? Ancak kudsi kelimesinin anlamı için ‘mübarek’ dendiğini de düşünürsek birisine belki ‘mübarek’ anlamında mecazen ‘mukaddes’ diyebiliriz. Mübarek kelimesi bereket’ten gelir ve bereketin iki temel özelliği vardır: hayrı bol ve sürekli olan.
Kutsal’a gelince; bu kelimenin aslı İslam öncesi Türkçesidir. Şaman Türk devlet geleneğinde ülkeyi yönetme yetkisinin hükümdarlara tanrı tarafından verildiği inancına, ya da yöneticinin tanrısal yönüne “kut” denirdi. Bu durumda kutsal da tanrısal, tanrıdan bir öz taşıyan anlamına gelir. Eski Türk yöneticilerine ‘tanrı-kut’ ve ‘idi-kut’, ‘kutlug beg’ denmesinin sebebi budur. Yöneticilerde sanki tanrının bir özelliği vardır. Bu inancın şirk olduğu açıktır. Kut’un, kutsal hayat gücü, bereket, hayat verici, canlılık gibi anlamları onu ruha yaklaştırır ama ruhla tamamen aynı şey de değildir. Kut tanrıya ait bir özellik olduğu için tanrı onu geri alabilir ve bu durumda insan ölmez.
Padişahların ve soylarının kanı “kutlu”, yani ilahi sayıldığından, hanedandan birisi idam edileceği zaman boynu kılıçla vurulmazdı, boğularak öldürülürdü ve kanı dökülemezdi. Yiğitler gök-tanrıdan kaynaklanan bu ilahi güç/kut sayesinde ölümden kurtulurlardı. Tanrı bu gücü geri çekerse kağanlar tahtı ve yönetimi elden kaçırırlardı.