Ne olacak bu din mühendislerinin hali?

Ümmetin gerileme sebepleri üzerine konuşuyorduk, bayram vesilesiyle biraz ara verip mevcut hali pür-melalimizi konuşalım.Ümmetin bu perişan hali ve yaşadığımız zillet ortada iken nasıl bayram yapılır, onu da...

Ümmetin gerileme sebepleri üzerine konuşuyorduk, bayram vesilesiyle biraz ara verip mevcut hali pür-melalimizi konuşalım.

Ümmetin bu perişan hali ve yaşadığımız zillet ortada iken nasıl bayram yapılır, onu da bilmiyorum. Yoksa bize her yer Trabzon der gibi, bizim için her gün bayram deme durumunda mıyız?

Şu gerçeği zaman zaman vurguluyoruz: Hiçbir düşünce, sanat, ticari marka, din köklü bir geçmişe dayanmadan var olamaz, ayakta duramaz. Allah kendi resulüne bile, ‘de ki, ben türedi bir peygamber değilim’ dedirtiyor. Yani bu iş Hz. Âdem’le başladı ve hep aynı sabiteler üzerine bina edile edile geliyor, böyle devam edecek. Bu din önceden beri vardı, ben bunu durup dururken icat etmedim ki, eleştirebilesiniz demek. Buna bazıları modernin karşılığı olarak ‘gelenek’ diyorlar. Bendeniz bu kavramı sevemedim. Çünkü böyle kategorik bir ayırım yaptığınız zaman ya modernsiniz; geçmişi hep eski, ilkel ve eksik görmek zorundasınız, ya da gelenekçisiniz; geçmişte ne varsa doğru yanlış hepsini sahiplenmek durumundasınız. Bu yönelişlerin ikisi de hatalı, ya da eksik. Buna karşılık biz, geçmişi ile bağını koparan bir düşünce ya da din olmaz, olamaz diyoruz. Ama bizim onsuz olamadığımız geçmişimiz bizden önce yapılanların ve söylenenlerin tamamı değil, yine geçmişimizde; cumhur, sevad-ı azam, manevi tevatür, halef an-selef, cemaa an-cemaa kavramlarıyla anlatılan ana damardır. Kısaca dinin bir sabite alanı vardır, o hiçbir zaman değişmez, bir de dinden anlaşılanların tartışılıp test edilen ve ittifak, ya da ittifaka yakın bir anlayış haline gelen ana damarı vardır. İşte koparılmaması gereken zincir budur, buna yeni yeni halkalar eklenebilir, ama geçmişten bağımsız bir halka din olamaz. Bu zincirden kopanlar kopuk olurlar.

İşte günümüzde ümmetin böyle kopuk hocalarla başı dertte. Böyle durumlarda hep Akif’in dizeleri aklıma gelir; ‘Kimi Hindu, kimi yamyam kimi bilmem ne bela’. Deccal denmeye layık medya da böyle kopuklar üretmeye elverişli bir alan. Gerekirse sivrisineği hoparlöre bağlayıp sesini gümbür gümbür çıkarabiliyor. ‘Oku’ diye başlayan dinin fertleri de okumuyor, mat mat dinliyor. Dinlerken müdahale etme şansı yok, sadece pasif bir alıcı olarak dinlemek zorunda. Ama dinledikten sonra duyduklarını başkalarına din olarak anlatabiliyor. Böylece kafalar karışıyor. Söyledikleriyle amel eden örnek/üsve ulemanın sesi çıkmıyor, çıkarılmıyor, çünkü onların modern deccal için bir getirisi yok.

Şu sözü de tekrar hatırlatalım: ‘İfrat da kötüdür, tefrit de. Ama ifrat daha kötüdür, çünkü tefritin doğmasına sebep olan da odur’.

Kısaca, birileri çıkıyor, sahihini sakimini ayıramadan hadis denen her sözü almakla, daha önce dillendirilen her görüşü din sanmakla ifrata düşüyor. Bizim sâdatımızın kitaplarında bir söz hadis diye alınmışsa biz onu hadis sayarız, usul musul tanımayız diyebiliyor. Halef an-selef gelen sevad-ı azama tutunma yerine, kör gelenekçilik yapıp geçmişten keyfine göre elemeler yapıyor, kendi zanlarını ve arzularını din diye insanlara anlatıyor.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sevgi imandandır 29 Nisan 2022 | 289 Okunma İki olay üzerinden iki ilginç kavram 24 Nisan 2022 | 293 Okunma Şeytan nedir? 22 Nisan 2022 | 362 Okunma Teravihin hikâyesi ve tilavetin başına gelenler 17 Nisan 2022 | 821 Okunma Savrulduğumuzun farkında mıyız? 15 Nisan 2022 | 358 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar