Şefaat meselesi ve İslam’ın Protestanlaştırılması

Din kadar hakkında ileri geri konuşulan bir başka mesele yok. Bu durum bende şöyle bir kanaat oluşturdu: demek ki, doğruyu ancak yanlışların bizi kuşatması ve kışkırtmasıyla bulabileceğiz. Yani bu aykırı...

Din kadar hakkında ileri geri konuşulan bir başka mesele yok. Bu durum bende şöyle bir kanaat oluşturdu: demek ki, doğruyu ancak yanlışların bizi kuşatması ve kışkırtmasıyla bulabileceğiz. Yani bu aykırı çıkışlar da gerekli ki, Allah bunlara müsaade ediyor. Tarihte de böyle olmuş aykırı görüşler orta yolu hep zorlamış, oradakiler de kendilerini savunmak için çalışıp düşünmek zorunda kalmışlar. Demek ki Allah çalışmamızı ve düşünmemizi istiyor, bu konuda biz tembellik ettiğimizde de birileriyle bizi ırgalıyor, uyarıyor, uyandırıyor.

Bir izleyicim bir video göndermiş, buna bir sözünüz yok mu diye soruyor. O meşhur üç kafadar bir araya gelmiş şefaati tartışıyorlar. Söyledikleri şeyin özeti şu: Şefaat, Allah’tan daha güçlü, daha etkili birisinin bir başkası hakkında O’na, bu iyi çocuktur, bunu bağışla cennete girsin demesi gibidir. Böyle birisi olmayacağına göre şefaat diye bir şey de olamaz. İşte İslam’ın protestanlaştırılması dedikleri şey tam da bu olsa gerek, kendin pişir kendin ye. Sanki Allah’ın bütün yaptıkları bizim mantığımıza uygun olmak zorunda. Uymazsa atarız.

Şefaat kısaca, Allah’ın sevdiği bir kulunun bir başkası hakkında O’na ricada/duada bulunması ve Allah’ım, bunu da affet demesidir. Allah da onun ricasını/şefaatini kabul eder ya da etmez. Bizim dünyada iken başkaları için mağfiret dilememizi bizden bizzat Allah’ın kendisi istemiyor mu? Şimdi biz, Allah’ım, falancayı affet, dediğimizde o söyledikleri bir konumda mı olmuş oluyoruz? Eğer duası makbul birisi ise Allah ona değer verir ve bu dua yapanın hatırına o kulunu affeder ya da etmez. Dünyadaki mağfiret dileğiyle, ahiretteki şefaat arasında ne fark var?

Meseleyi anlamak için önce şunları biliyor olmamız gerekir: Din akla ve akıllıya hitap eder, yani dinin hükümleri gayrimakul/absürt değildir, akılla yanlışlanamaz. Ama dinin her hükmü akılla ispatlanamaz da. Aklın anlamadığı emir ve yasaklar da vardır. Mesela sütkardeşinizle neden evlenemeyeceğinizi aklınız almaz. Kısaca akide, yani gayb ve ibadetler aklın alanı değildir, güvendiğiniz bir elçiye imanın ve teslimiyetin alanıdır. Böyle olması gerektiğini akıl bulabilirse de niçin böyle olduğunu bulamaz. Mahşerdeki şefaat de bir gayba iman meselesidir. Vardır ya da yoktur. Bunu biz akılla bulamayız. O halde Allah’a inanıyorsak, dinin kaynaklarına müracaat edip onları doğru anlamaktan başka çaremiz yok. İkinci olarak da, konunun Resulüllah’tan beri nasıl anlaşılageldiğine bakmak zorundayız. Çünkü ilk Müslümanlar ve onları izleyenler bizden daha az akıllı olmadıkları gibi, din hakkındaki doğru bilgiye ulaşma şansları da bizden daha yüksek olan insanlardı. Böyle konularda sevad-ı azam, manevi tevatür, ya da cumhur denen âkiller ve âlimler ittifakını izlemekten daha akıllıca bir yol olabilir mi? Bakın, bu da aklın gereğidir diyoruz.

Önce Kuranıkerim şefaatin bütün kapılarını kapamış değildir, bunun ne anlama geldiğini açacağız. Sahih sünnet şefaatin olacağını söylüyor. Akide konusunda haber-i vahid’in yeri meselesini de bir başka yazı ile açacağız. Üçüncü olarak o sözünü ettiğimiz kesintisiz âkiller ve âlimler ittifakı da bunun olacağını söylüyor. O halde alimliklerini ümmetin henüz onaylamadığı ve ümmetle kavgalı insanların böyle bir şey yoktur demelerinin kendi sınırlı akılları, daha doğrusu mantıkları dışında bir delili kalır mı? O zaman biraz akıllı birisinin şöyle demesi de aklın gereği değil midir? Aklın alanı olmayan böyle bir mesele hakkında bu ümmetle kavgalı insanların dediğine bakmaktansa, Resulüllah’tan günümüze uzanan bu âkiller ve âlimler ittifakına uymak daha garantili ve daha akıllıcadır.

İzlediğim o videodaki çok yaman bir çelişki beni güldürdü. O üçlünün şeyh efendisi konumundaki zat diyordu ki, bakın bize sünnet düşmanı diyenlere kapak gibi bir cevap: Hz. Peygamber hasta yatağında son nefeslerini veriyorken kızı Fatıma’yı çağırıyor ve şefaat diye bir şey olmayacağını anlatan şu sözleri söylüyor: ‘Kızım, sen de kendini kurtarmaya bak, ben senin için de hiçbir şey yapamam’. Gördüğünüz gibi biz bu sünneti aşağılayan insanların işlerine geldiğinde zayıf, hatta uydurma hadislerden bile medet umduklarına şahidiz. Şimdi buna niçin güldüğümü söyleyeyim: Bir, bu zat hadisleri güvenilmez diye reddediyor, ama şefaatin olmadığı iddiasını bu hadisle ispata çalışıyor. İki, bu hadisin söylendiği zaman, Resulüllah’ın maraz-ı mevti değil, ta ilk yıllardaki Ebu Kubeys hitabıdır. Üç, bu hadisi şerifi Ebu Hureyre nakletmiştir. Oysa bu zat Şia’dan etkilenerek Ebu Hureyre gibi bir sahabîye ağza alınmayacak hakaretler yapmışken şimdi ondan gelen bir hadise tutunması tam bir ideolojik garabettir. Dört, hadisi şerif şefaatin olmayacağını söylemiyor. Beş, bu hadisi şerifi delil sayan birisinin, şefaatin varlığını söyleyen daha sahih hadisleri hesaba katmaması bir çelişki değil midir?

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sevgi imandandır 29 Nisan 2022 | 289 Okunma İki olay üzerinden iki ilginç kavram 24 Nisan 2022 | 293 Okunma Şeytan nedir? 22 Nisan 2022 | 362 Okunma Teravihin hikâyesi ve tilavetin başına gelenler 17 Nisan 2022 | 821 Okunma Savrulduğumuzun farkında mıyız? 15 Nisan 2022 | 358 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar