Dedi dedi gazeteciliği
GERÇİ bu ülkenin gazetecileri olarak büyük kazalara, felaketlere, krizlere alışkınızdır; sıradan günlük olaylarmış gibi rahatlıkla izler, yazar, çizer ve görüntüler, okura/izleyiciye...
GERÇİ bu ülkenin gazetecileri olarak büyük kazalara, felaketlere, krizlere alışkınızdır; sıradan günlük olaylarmış gibi rahatlıkla izler, yazar, çizer ve görüntüler, okura/izleyiciye aktarırız.
Fakat son aylarda hepsi çok üst üste geldi, sarsıcı olaylar birbirini izledi. Çorlu’daki tren kazası, Ordu ve Ankara’da sel baskınları, şimdi de ekonomik kriz...
Hemen her kaza ya da her felaket sonrasında ilgili yöneticiler ve devlet insanları suçlanır; onlar da çoğunlukla bunların “önlenemez doğal felaketler olduğu” savunmasını yaparlar. Sadece bizde değil, örneğin Yunanistan’da da orman yangınının ardından politikacıların ilk açıklamaları “önlenemez doğal afet” olduğu yönündeydi.
Politikacıların doğal refleks haline gelmiş bu söylemleri çoğu zaman gerçeği yansıtmaz. Hataları, eksiklikleri, ihmalleri olabilir; sorunları bilerek gizliyor da olabilirler. Gerçekleri ortaya çıkarmak gazetecilere düşer.
Doğruları perdelemeden topluma aktarma görevi sorun görünür hale gelmeden, daha dumanı tütmeden başlar. Gazeteci sorunları saptayıp üzerine gitmeli, göz önüne sermeli, yöneticileri/politikacıları uyarmalı. Olay haline geldiğinde de nedenlerini ayrıntılı olarak araştırmalı, bir daha tekrarlanmaması için alınması gereken önlemleri uzmanlar ve konunun tüm taraflarıyla görüşerek yansıtmalı. Fikri takipten de vazgeçmemeli. Yeterli önlem alınıp alınmadığını izlemeli, eksiklik ve ihmaller devam ediyorsa uyarmaya devam etmeli.
Altını çizdiğim bu yönteme “çözüm gazeteciliği” denebilir mi bilemiyorum. Toplumun büyük zarar gördüğü ve göreceği böylesi konularda “çözüm odaklı” olmanın gazeteciliğin temel işlevi ile çelişmeyeceğine eminim.
Peki, meydana gelen sarsıcı olaylarda Türkiye medyasında bu görevin hakkıyla yerine getirilebildiği söylenebilir mi?