Ne kaos, ne de diktatörlük!
Dünyaya hükmettiğini ilân eden ‘büyük devlet’ler bir yandan diktatörlüklere karşı çıktıklarını ilân ederler, öte yandan da kirli menfaatleri gereği dikta idarecileri...
Dünyaya hükmettiğini ilân eden ‘büyük devlet’ler bir yandan diktatörlüklere karşı çıktıklarını ilân ederler, öte yandan da kirli menfaatleri gereği dikta idarecileri desteklerler.
“Büyük devlet”ler ve onların hükmettiği Birleşmiş Milletler, ciddî anlamda diktatörlere karşı çıkacak olsa yeryüzünde dikta iktidarlar ayakta kalamazdı ve kalamaz.
Irak’ı dikta ile yönettiği için sonradan devrilen Saddam Hüseyin ve Libya lideri Muammer Kaddafi’nin başına gelenler buna örnek. Bu yöneticiler, ‘büyük devletler’in menfaatlerine itiraz etmediği sürece iktidarda kaldılar. Ne zaman ki ‘büyük devletler’in sözlerinden çıkma temayülü gösterdiler, o zaman müdahale edildi. Ya da ‘büyük devletler’ başka daha yeni planlar ve ‘piyon’lar buldukları için bunları gözden çıkardı. Yoksa Irak halkı ya da Libya halkı huzura kavuşsun diye bir gayretleri olmadı ve olmaz. Orta Asya’dan Ortadoğuya kadar herede bir dikta idare varsa arkasında mutlaka bir ‘büyük devlet’ vardır. Bu sebeple, dünyadaki dikta yönetimlerden dolaylı da olsa hür dünyanın ‘büyük devletleri’ de sorumludur.
İslâm dünyasının başında da bu musîbet vardır. Hür dünyaya örnek olması icap eden İslâm ülkeleri, maalesef çeşit çeşit istibdat çemberlerinin arasında sıkışmış durumda. İstanbul’da düzenlenen bir konferansa konuşmacı olarak katılan Moritanyalı Şair ve Siyaset Bilimci Muhammed Muhtar Şankiti, bu derin yaraya isabetli bir teşhis koymuş. Aynı zamanda Katar İslâmî Araştırmalar Fakültesi Öğretim Görevlisi olan ve siyaset hukuku, siyaset tarihi ve İslâm dünyası-Batı ilişkileri konularındaki araştırmalarıyla tanınan Şankiti, “Zalim yöneticiler halkları kaos ya da diktatörlük arasında seçim yapmak zorunda bıraktı. Halklar da çöküş yaşamaktansa mevcut siyasî rejimleri seçmeyi yeğledi” demiş.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (asm) ve dört halife devrinde devletin siyasî çoğulculuk değerlerini hayata geçirdiğini ancak bu değerlerin bugün hayale dönüştüğünü de ifade eden Şankıti, “Arap dünyasında yaşanan kasvet verici olaylara ve Arap Baharı devrimlerinin gerilemesine rağmen bu krizler sona erdiğinde olumlu gelişmelerin yaşanacağına inanıyorum” diye konuşmuş. (AA, 16 Ocak 2016)
Zalim yöneticilerin idare ettikleri milleti “ya kaos ya da diktatörlük” tercihiyle karşı karşıya getirdiği tesbitine tarih de şahitlik etmiyor mu? Her ikisi de kötü olan bu tercihlerin, ikisinin de birlikte reddi gerekmez mi? Yani, “Ne kaos, ne diktatörlük. Hürriyet ve adalet istiyoruz” demek icap etmez mi? Bir başka ifade ile, “Ne iniş ne de yokuş. Bu yolun ‘düz’ olanı yok mu?” diye sormak hepimizi hakkı değil mi?