Hayranlıkla seyrettiğim köprüler…
Deniz fenerleri kadar köprüler de etkiler bu satırların yazarını… Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizelerindeki gibi “Beşikten başlayıp mezara uzanan, / Tenha ve korkulu bir köprüdür ömrüm”...
Deniz fenerleri kadar köprüler de etkiler bu satırların yazarını… Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizelerindeki gibi “Beşikten başlayıp mezara uzanan, / Tenha ve korkulu bir köprüdür ömrüm” diye düşündüğünden değil, onları seyrederken, üzerlerinden geçerken mutlu olduğundan, keyif duyduğundan…
Issız topraklarda trenlerin geçtiği demir köprülere de hayranlıkla bakar, son teknolojilerin ürünleri olanlara da… Seine Nehri üzerindeki Mirabeu Köprüsü’nü de sever, hele Fransız şair Guillaume Apollinaire’in dizelerinden okuduğunda ayrı bir tat alır:
“Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından / Çalsana saat insene ey gece / Günler geçiyor bense hep aynı yerde.”
“Fransız Devrimi’nin 200. yıl kutlamaları için restore edilmeye başlanan Paris’in en eski köprüsü olan Pont-Neuf, sokağa düşmüş alkolik bir sirk cambazı olan genç Alex’e ev sahipliği yapmaktadır. Başarısız bir ilişkinin ardından çektiği üzüntünün giderek körleştirdiği güzel ressam Michèle sokaklarda Alex’le karşılaşır” diye anlatmaya başlayacağı “Köprü Üstü Âşıkları”nı kimbilir kaç defa seyretmiştir…
Yıllar yıllar önce karlı bir Paris akşamında o köprü üzerinde yürürken ne kadar mutludur?
Eski Galata Köprüsü’nün altında ne kadar çok oturmuş, sarkan oltalardan çekilen balıkları seyretmiş; anne ve babasıyla yer bulabilmek için koştura koştura ada vapurlarına binmiştir… Ne demiştir Sait Faik Abasıyanık “İnsanlar köprüden geçmediği zaman / Acaba köprü düşünür mü?''