Malanın toprağa değdiği anda!
Dönüşlerimizde mutlaka Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne de uğrardık. Ne de olsa taptaze bilgilerle doluyduk, keyfini çıkarmamamız için bir neden yoktu. 90’lı yıllardı… Müzede bizi gezdiren...
Dönüşlerimizde mutlaka Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne de uğrardık. Ne de olsa taptaze bilgilerle doluyduk, keyfini çıkarmamamız için bir neden yoktu. 90’lı yıllardı… Müzede bizi gezdiren rehberlerden bazılarının o kent için ayrılan bölümde anlattıkları, öğrendiklerimize göre çok eski kalırdı.
Onlarınkini güncellemek için beyhude bir çaba içine girerdik; dayanamaz, sonunda bize rehberlik yapmaktan bile vazgeçerlerdi kimi zaman!.. Önceleri şaşırdığımız bu durum, sonraları keyif vermeye bile başlamıştı!..
Yıllarca aksamadan sürmüştü dünyanın ilk yerleşim yerlerinden birine olan yolculuklarımız… Bir defasında nihayet bir leopar kemiği bulunduğunu, bir diğerinde kadınların kent yaşamında temel bir rol üstlendiklerini, ama ilk zamanlarda düşünüldüğü gibi anaerkil yaşamın söz konusu olmadığını, başka birinde kaplarda süt ve yağ izlerine rastlandığını öğrenmiştik.
Bu yeni gelişmeler, Anadolu medeniyetlerinin beşiği tarih öncesi kenti bir dedektif romanı gibi “katil” belli olmadan daha çok okuyacağımızı gösteriyordu. Ne de olsa 9 bin küsur yıllık bir kitaptı bu! Anadolu’nun ortasında, Konya yakınlarında, bugünkü Çumra ilçesinin kuzeyinde geçiyordu. İnsan soyuna yurt olduğu bin 500 yıla yakın süre içinde 16 kez üst üste inşa edildiği tahmin ediliyordu.
Orası, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde olan, 10 yıldan fazla bir süre bizzat giderek izlediğim, bugün de basında çıkan haberlerden takip etmeye çalıştığım Çatalhöyük’tü… Bu nedenle posta kutuma düşen e-posta beni çok heyecanlandıracaktı. Şöyle yazıyordu başlığında:
ANAMED’den yeni sergi bir kazı hikâyesi: Çatalhöyük…