Siyasette olur, hukukta olmaz
Türkiye, uluslararası podyumda kendini kötü göstermek için niye bu kadar yoğun çaba sarf eder anlamak mümkün değil. Ben memleketten uzak yolda iken bazı akademisyenler gözaltına alınmış. Suçlamalar...
Türkiye, uluslararası podyumda kendini kötü göstermek için niye bu kadar yoğun çaba sarf eder anlamak mümkün değil.
Ben memleketten uzak yolda iken bazı akademisyenler gözaltına alınmış.
Suçlamalar komik ötesi.
Yanlış anlamayın, böyle suçlamalar yapılmaz değil. Yapılır.
Ama “hukuki” olarak yapılmaz, siyasi olarak yapılır.
Bir siyasetçi çıkıp, kendi muhalifi kişi veya gruplar için bu türden suçlamalar yapabilir.
Bundan rahatsızlık da duymam açıkçası.
Siyasettir bu.
Düzeyi, temizliği, mantıklı olması aranmaz. O an için gerekliliktir, siyasetçi suçlar.
Sonra işine gelir över.
Yeniden gerekli olur suçlar.
Siyaset böyle bir şeydir zaten.
Ama hukuk böyle bir şey değildir.
Hukukta mantık aranır, delil aranır, gerçeklikle bağlantı aranır, sonuç aranır...
Bunlar yoksa hukuk olmaz.
Hukuku bu tür siyasi suçlamalara uydurmaya çalışırsanız hukuk da kalmaz.
Ne Açık Toplum’la ne de benzerleri ile işim oldu.
Hatta geçmişte sık sık da eleştirdim.
Gezi olayları ile alakaları ise bana göre DHKP-C’ninki ne ise o düzeyde.
Yani “Ulan gençler iyi bir şey yapıyor galiba gidip üzerine oturup sahiplenelim” düzeyinde.
Ama “ithal eylemci” suçlaması mesela tam bir komedi.
Bunu okuyunca “İyi kurtarmışız” dedim kendi kendime. Bizimki gibi bir savcı Fransa’da olsaydı, yanmıştım.
Bundan birkaç sene önceydi, Paris’teyim.
Bir sabah otelden çıkmadan televizyon izlerken, öğle saatlerinde bir yerde gösteri yapılacağını duydum.
Yanlış hatırlamıyorsam Gazze nedeniyle İsrail kınanacaktı.
İşim gücüm de olmadığı için gittim, yürüyüşün bir bölümüne ben de katıldım.
Düşünün şimdi Fransa’da bir savcı gidip, bu yürüyüşü organize edenleri gözaltına alıp, ben de o yürüyüşe katıldığım için böyle bir suçlama yapsa Fransızlar o savcıya nereleriyle güler siz tahmin edin!
***
Yalancı bahar hasta eder
Rahip Brunson sonrası Türk-ABD ilişkilerin şahane olduğunu düşünüyor olabilirsiniz.
Bence ortada öyle bir durum yok.
Ortalıktaki toz, kir rahip Brunson süpürgesiyle halının altına süpürüldü sadece.
İlişkilerin boyutunun nasıl algılandığı ise Council of Foreign Relations’un Steven Cook’a hazırlattığı son Türkiye Raporu’nda anlatılıyor.
Gerçi Cook, çak açık bir Türkiye karşıtı hatta düşmanı ama raporun ona hazırlatılması bile bir niyet beyanı.
CFR, Cook’un kaleminden Türk-Amerikan ilişkilerini ele alırken Türkiye’deki yönetime asla güvenilmemesi, kısa vadeli iç politik hesaplar için ABD ile ilişkilerin feda edilebildiğini, Türkiye’de her şeyin iç politik ve bir sonraki seçim odaklı olarak ele alındığını söylüyor.
Raporun başlığı ise zaten başlı başına bir olay: “Türkiye: Ne dost ne düşman”
Bazı bölümleri aktarayım da daha net anlayın:
- Türkiye ile artık hiçbir ortaklığımız olmamalı. Çünkü bir zamanlar müttefik olduğumuz bu ülke ile artık rakibiz. Türkiye bölgesinde ABD çıkarlarının tam aksi bir tavır içinde. Artık bu ülkeden daha az beklentimiz olmalı ve Türkiye’ye rakip opsiyonları çoğaltmalı ve üretmeliyiz.
- İncirlik Üssü ABD açısından çok önemli ama artık bu üssün varlığına güvenemeyiz. Türk Hükümeti şimdiye kadar bu üssü kullanmamıza izin verdi ve hiçbir sorun çıkarmadı fakat iki dudaklarının arasında olmak ABD açısından riskli. Güvenilir olmayan bu durumdan kurtulmak için bölgede alternatif üs kurmamız gerek.
- YPG ile çalışmamız ABD açısından çok avantajlı. Ancak Türkiye buna karşı çıkıyor. ABD’nin de uzun yıllardır terör örgütü olarak gördüğü PKK ile YPG’yi eşit tutmasını istiyor. Bu bölgedeki faaliyetlerimiz açısından akılcı değil.
- Türkiye F35 programından hemen çıkarılmalı. Bedeli ne olursa olsun Türkiye’nin ABD’nin en gelişmiş savaş uçağı projesi içinde yer alması kabul edilemez bir durum.
- Türkiye ile artık dost değiliz. Menfaatlerin gerektirdiği yerde ortak çalışmaya devam edebiliriz ama menfaatlerimize uymayan yerlerde çevrelerinden dolanmalıyız, gerektiği zaman Türkiye’nin karşısına dikilmeliyiz.
Yani ilişkiler bazılarının görmek, bazılarının da göstermek istediği gibi değil.
Yalancı baharlara dikkat etmek gerekir.
Adamı çok fena hasta eder.
***
Yunan kazansa idi restoran ne olurdu!
"Yunan kazansaydı" diyen Kadir Mısıroğlu için bazı dostlarımız “Yunan kazansaydı şu olurdu, bu olurdu” diye olumsuz örnekler vererek bu adamı ikna etmeye, Türklerin kazanmasının iyi olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.
Uğraşmayın, anlamaz.
Onun anlayacağı şu olabilir ancak:
“Fesli Bey, Yunan kazansa idi İstanbul da elden gitmiş olurdu. İngilizler İstanbul’u muhtemelen Rumlara verirdi. Bu durumda siz de Boğaz kıyısında bir restoran sahibi falan olamazdınız. Yunan belediye size böyle bir yeri vermezdi. Hele hele buraya kaçak eklentiler yapmanız hayal bile edilemezdi.”