Kalleşliğe karşı inadına kardeşlik
BİZ bu acıyla nasıl yazacağız? Bu kadar kan... Bu kadar ölüm... Bu kadar vahşet karşısında hangi kelimeleri bulacağız?...Ne olur bari şimdi "kardeşlik" ile "kalleşliği" karıştırmayalım....
BİZ bu acıyla nasıl yazacağız?
Bu kadar kan... Bu kadar ölüm... Bu kadar vahşet karşısında hangi kelimeleri bulacağız?...
Ne olur bari şimdi "kardeşlik" ile "kalleşliği" karıştırmayalım.
Suçlamayalım... Terörün nefret zehrine kapılmayalım...
Daha önce düştük bu tuzaklara.
Bakın şimdi aynı bombalı Ankara'dan ne hatırlatıyorum size:
"O ekim gecesi Çankaya Köşk'ünde bir resepsiyona gidiyorduk...
Tam kapıdan girerken haber geldi.
Bomba patlamıştı.
Köroğlu Caddesi'nde cam çerçeve inmişti.
Bahriye Üçok öldürülmüştü.
İlahiyat fakültesinin ilk kadın akademisyeniydi... Özellikle seçilmişti.
Çünkü bir türlü çözemediğimiz inanç özgürlüğü açısından açık yaramızdı.
Enis Berberoğlu'na dedim ki:
"Gel gidelim olay yerine. Büyük olay bu..."
Yıl 1990'dı.
Hürriyet Ankara bürosunu yönetiyorduk.
Biz rahmetli Üçok'un evine gittiğimizde sevgili Okan Müderrisoğlu çoktan eve girmiş...
Bütün detayları toplamıştı.
Muhabirler atlatma telaşıyla arı gibiydiler...
Ankara bombalı günler yaşıyordu.
Sonra Uğur Mumcu... Sonra Hablemitoğlu... Sonra Turan Dursun...
Ankara öyle bombalar, öyle suikastlar yaşamıştı ki...
Öldürülenlerin her biri birer açık yarayı simgeliyordu.
Yüzlerce senaryo üretmiştik.
Suçlamalar... Tartışmalar... Derin devlet... İran bağlantıları... Falan filan...
Sonuçta bakın bakalım elimizde ne kaldı?
Bugün tarihimizin en kitlesel katliamını yaşadık Ankara'da...
Aradan 25 yıl geçti.
Ankara büroları yine paramparça olmuş bedenler arasından haber bildiriyor.
Peki bugüne ne kaldı?
Sonrası kaldı...
Elde yine hüzün kaldı...
Niye?
Çünkü yaralarımız açık kaldı...
Bir toplumun yaraları, sinir uçları, bu kadar açık bırakılınca, bütün melanet yüklü sineklere gün doğuyor...
Kim vurdu düzeni başlıyor...
Toplumun açık yaralarına bütün böcekler üşüşüyor...