Mucize
YAĞMUR çiseliyordu. Aklı, bahçesinde yeni diktiği zeytin fidelerindeydi.Tam eve dönecekti ki... Baktı... “Hızarcı R.”nin önünde muazzam bir kütük duruyor. Yaklaştı... Emin olamadı. Biraz daha...
YAĞMUR çiseliyordu. Aklı, bahçesinde yeni diktiği zeytin fidelerindeydi.
Tam eve dönecekti ki...
Baktı... “Hızarcı R.”nin önünde muazzam bir kütük duruyor.
Yaklaştı...
Emin olamadı. Biraz daha yaklaştı.
Gözlerine inanamadı. Tonlarca ağırlıkta bir kütük.
Zeytin ağacından bir kütük.
Bu derece büyük bir ağaç kalıntısı yüzlerce yıl öncesine ait olmalıydı.
Ve bildiği bir tek şey vardı; o da zeytin ağacının kök suyunun kolay kurumadığı.
Belki de o nedenle Anadolu uygarlıklarında yüzlerce yıl üzüm ve zeytin, kutsal bir kök olmuştu.
Halkları, uygarlıkları barışla birleştiren bir kök.
Bir an düşündü. Hızarcıyı durdurmaya çalışsa olmaz.
Para verip almış. Odun yapıp satacak.
Yüzlerce yıllık bir kök, odun olup yanacak...
Karar verdi. En iyisi başkanı aramak.
Başkan toplantıdaydı. Telefonla ulaştı:
“Başkanım, yüzlerce yıllık bir kök gitmek üzere...”
Ve anlattı...
Başkan sözü ikiletmedi. Hızarcı R.’ye bir teklif yaptı:
“Arkadaşım, bu kütük kaç ton? 4 ton. Sen bize kütüğü ver. Ben de sana 4 ton odun vereyim.”
“Olur mu başkanım!.. Siz istediyseniz, oduna falan gerek yok. Alın helal olsun.”
Tarihi kök, ancak bir vinçle kaldırılabildi.
Götürüldü, parka dikildi. Dikilirken öylesine yağmur yağıyordu ki, başkanla birlikte sırılsıklam oldular.
İlk incelemede kütüğün 500 ile 800 yıl öncesinden geldiği anlaşılmıştı.
O parka onlarca zeytin fidanı dikmişlerdi ve yarısına yakını kurumuştu.
Şimdi yüzlerce yıldan kalma bir kütüğün canlanmasını beklemek, mucize beklemek gibi bir şeydi.
Kütükten hayat gelecekti.
Aylarca suladılar. Güneşten korumak için bir de tente yaptılar.
Günler geçiyor, mucizeden bir işaret gelmiyordu.
Millet artık “Kütük anıt” demeye başlayacaktı.
Ama herkes de “mucize”yi merak ediyordu.
Ya tutarsa...
Tam umutlar tükeniyordu ki...
Bir akşamüzeri işten dönerken parka uğradı.
Aman Allah’ım!... Gözlerine inanamadı.
Kütüğün toprağa yakın bölümünden “sakal gibi bir yeşillik” çıkmıştı.
Acaba “birilerinin oyunu” muydu?
Baktı. Hayır, gerçekten filiz veriyordu.
Kütükten hayat geliyordu.
Hızarcıdaki odun canlanıyordu.
Haber hemen duyuldu. Başkan aylar önce bir akşamüzeri ıslana ıslana diktikleri kütükten doğan umudu alkışlıyordu.
Mucize gerçek olmuştu.
Dün o mucize için Mersin Toros Belediye Başkanı Hamit Tuna’yı aradım.
İçimden gelen bütün güzel duygularla onu kutladım.
“Başkan çevre, doğa, barış ve hayat diyenlere öyle bir mucize gösterdiniz ki... Helal olsun.”
Zeytin Anadolu’nun bütün uygarlıklarında “barış” sembolü olmuştur.
İşte bu yüzden ben...
800 yıl öncesinden gelen bu kütüğün hayat bulmasını bir mucizeymiş gibi düşünmek istiyorum.
O kütükten gelen zeytin bir işarettir.
O kütükten uzanacak zeytin dalı bir işarettir.
Bir Anadolu uygarlığı olarak bu topraklarda yeşermiş bütün kültürler adına...
Bu kütüğün bize uzattığı zeytin dalını bir “barış mucizesi” gibi düşünüyorum.
Birbirimizi anlamanın işareti... Birbirimizi duymanın işareti...
Kumpasın, darbenin, ihanetin, kavganın, pusunun toz duman olduğu bir dönemde...
Giderek birbirimize sağır olduğumuz bir çağda...
Kalplerin odunlaştığı, ruhların kütükleştiği nefret tohumuna karşı...
Bu defa Ankara’dan kurutulmuş kulisler yazmak yerine...
Mucizenin zeytin dalını yazmak istedim.
Adı geçen Başkan Hamit Tuna’yı...
Elbette o kütüğü bulan kardeşimi...