Bir bakmışsınız biçim değiştirmiş
Tüketici enflasyonu 2013 başı-2016 sonu arasında yüzde 8’lik ortalama etrafında dalgalanıp durdu. Bazen altına indi, bazen üzerine çıktı ama yüzde 8’in dayanılmaz cazibe alanından hiç...
Tüketici enflasyonu 2013 başı-2016 sonu arasında yüzde 8’lik ortalama etrafında dalgalanıp durdu. Bazen altına indi, bazen üzerine çıktı ama yüzde 8’in dayanılmaz cazibe alanından hiç çıkmadı. Bu olgu, “hep böyle gider; bir süre üzerine çıkarsa nasıl olsa döner geri, olmadı bir iki karar açıklarız/açıklanır o zaman düşer eski yerine” tarzında bir düşünceyi de yaygınlaştırdı. Hem ekonomi yönetiminde hem iş çevrelerinde hem de bu konuda yazan çizenlerde. Öyle ki ekonomi kanallarında yüzde 8-9 gibi dünya ölçeğinde yüksek enflasyonu pek dert edene rastlamadık: “Ama büyüme” tarzı sözleri sık sık duyduk. Sanki bir ülkenin potansiyel büyüme oranını enflasyonun artmasına göz yumarak artırmak mümkünmüş gibi. Hep kaçırdılar potansiyel büyüme ile herhangi bir dönemdeki büyüme arasındaki farkı. Sandılar ki enflasyonun “biraz” artmasına göz yumarak büyümeyi kalıcı olarak potansiyelinin üzerinde tutabiliriz.
İnsan davranışları üzerine çalışanların dikkat çektikleri önemli bir nokta var. İşler yolunda giderken hep öyle gidecekmiş algısı yaygınlaşıyor. İyimserlik her yeri kaplıyor. Tersi de geçerli. Olumsuz bir dönemde karamsarlık giderek yaygınlaşıyor; olumsuzluğun daha da artmasına yol açıyor. Grafik 1 ve Grafik 2 bu açıdan ilginç. Her ikisi de Arjantin’in “borcumu ödeyemiyorum artık” dediği tarihte (2001 sonunda) yükselen piyasa ekonomilerinin kamu borcu ile borçlanma risk primleri arasındaki ilişkiyi gösteriyor. İlkinde Arjantin verisi yok, ikincisinde var. Tek fark bu.
Grafik 1’e bakınca şöyle bir izlenime kapılmak pek mümkün: Kamu borcu GSYH’ye oranla...