Beyaz Ruslar, Kızıl Ruslar, Liberal Ruslar...
Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Fatma Barbarosoğlu'nun bugünkü (14.10.2022)''Beyaz Ruslar, Kızıl Ruslar, Liberal Ruslar...'' başlıklı yazısı.
Marmaray’da kulak misafiri olduğum, Siyasal Bilgiler öğrencisi iki genç, son beş yılda tarihe tanıklıklarının yükünü kaldıramadıklarından bahsediyorlar. “Bana bu kadarı fazla geldi” diyor kızıl kıvırcık saçlı genç kız. “Bana da!” diyor dazlak kafası, kıvırcık sakal ile çevrili yüzüyle genç bir delikanlıdan ziyade yetişkin rolü yapmaya çalışan, ama çocuk masumluğu taşıyan delikanlı.
Son beş yılın kronolojisini çıkarıyorlar karşılıklı. Karantina-pandemi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali... Vagondan içeri mızıka çalan 7-8 yaşlarında Romanyalı bir çocuk giriyor. Sesler birbirine karışıyor. İki gencin sohbetini duymuyorum artık, fonda akordiyon sesi, sessiz film görüntüsü gibi seyrediyorum onları.
Gençlerin “çağa tanıklığı”nı düşünüyorum, büyük ihtimal haber kanallarından ödünç alınmış bir cümleyi tekrarlıyorlar.
Çağa tanık olmak, benim için çok iddialı bir cümle. Özellikle de 2015 yılında Nobel Edebiyat ödülü verilen Swetlana Aleksiyeviç’in Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabından sonra. Nobel Edebiyat Komitesi, ödülü, “yeni bir dil inşa ettiği için” diye takdim ediyor Alikseyviç’e. Evet yeni bir dil. Yazar kadın, II. Dünya Savaşı’na katılmış kadın askerlerin dilinden “duyguların tarihi”ni yazıyor. Böylece şimdiye kadar pek rastlamadığımız bir savaşın tanıklığını savaşa katılmış kadın askerlerin ateşin tecrübeleri üzerinden dinliyoruz. O kadınların şifa bulmayan bir yara gibi içlerinde taşıdıkları hatıraları dinlerken şimdi biz, bize servis edilen Ukrayna- Rus Savaşı’na kendimizi tanık olmuş mu hissedeceğiz? HAYIR! Çünkü izleyici olmak, tanık olmak demek değil. Oysa biz sadece bize gösterilenlerin izleyicisiyiz. Kulaklarımızı ve gözlerimizi ödünç verdiğimiz, bize ait olmayan zamanların içindeyiz.