Dağlarda çoban kalmadı ama biz çobansız başarı hikayesi yazamıyoruz!
Hadi itiraf edelim biz en çok çoban vidyoları seyretmeyi, seyrettiğimiz o vidyodaki “arif insanı” birbirimize anlatmayı seviyoruz. Köyünden hiç dışarı çıkmamış bir çoban çocuğun...
Hadi itiraf edelim biz en çok çoban vidyoları seyretmeyi, seyrettiğimiz o vidyodaki “arif insanı” birbirimize anlatmayı seviyoruz.
Köyünden hiç dışarı çıkmamış bir çoban çocuğun “Köy iyidir, çiçek açar mutlu olursun” cümlesini “sen hiç değişme çocuk” diye birbirimize, en çok da içimizdeki mızmız ve mıymıntı çocuğa işittiriyoruz.
Çobanları, dağları bekleyen bekçiler niyetine seviyor, siyasi liderlerimizi bile “Çoban Sülü” yaparak kendimize yakın eğliyor, Erzincan’ın bağrından kopup ABD’de ürettiği yoğurda Chobani (Çobani) adını veren müteşebbislerimizle gurur duyuyoruz.
Ekonominin ne kadar iyi olduğunu, herkesin karnının esasında ne kadar tok olduğuna misal getirmek için 3 bin lira aylık ile çoban aranıyor ilanlarını her vesile ile dilimize doluyoruz. Sanki herkes çoban olabilirmiş, sanki çobanlık 12 ay süren sosyal güvencesi mükemmel, yediğin önünde yemediğin arkanda muhteşem bir “meslek” imiş gibi...
Çobanları seviyoruz, orada uzakta durdukları zaman. Dağları bekleyip hayvanları itina ile büyütürken ama ne kadar itinalı olduklarını da belgeleyip, müteşebbis belediyeler eliyle “sürü yönetme sertifikalar”ı verdiğimiz zaman.
Çobanları seviyoruz, sanki onlar tarım toplumunun bütün sıkıntılarının sıfır çarpanı, erdemlerin kadim temsilcisi, geçmişi bugüne teyelleyen zamansız insanlarmış gibi, modern hayatın bütün yükünden bizi kurtaracak metaforlar/kıssalar olarak öylece hayatımızın bir yerinde istediğimiz zaman çağırabileceğimiz hikayeler olarak dursun istiyoruz.