Velayet davası ve “tercih edilmeme” psikolojisi üzerine
En aşikar konularda bile bir kafa karışıklığının, birbiriyle temas etmesi mümkün olmaması gereken “çatışmacı yorum”ların içinde buluyoruz kendimizi. Sadece sosyal medyada değil...
En aşikar konularda bile bir kafa karışıklığının, birbiriyle temas etmesi mümkün olmaması gereken “çatışmacı yorum”ların içinde buluyoruz kendimizi. Sadece sosyal medyada değil, günlük hayatın her safhasında karşımıza çıkıyor durum.
Çarşamba günü yayınladığım, çocukların velayet hakkına dair yazdığım yazıya, iki farklı yorum geldi: “Yargıtay en doğrusunu bilir, kararın çocuklara bırakılması en doğrusudur.” Bu yorumu dile getirenler arasında, Hz. Peygamber de benzer durumda çocuğa sormuştu diyenler çıktı.
Önce şu konuyu berraklığa kavuşturalım. Hakimlerin çocukların fikrini sormasına itiraz ediyor değilim. Bendenizin itiraz ettiği nokta, kararın sorumluluğunu çocuğun hayatına yüklenmesi. Neden mi? Bizim toplumumuz çocuk daha konuşmaya başlar başlamaz anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı diye sorgulama eğilimindedir.
Minicik çocuğun kendi adını zikretmemiş olmasını pek kolayına hazmedemez ebeveynler. Hal böyle iken evladı tarafından seçilmişlik/ seçilmemişlik ayırımına uğrayan ebeveynin, kendisini tercih etmeyen çocuğunun sorumluluğunu hiç şüphesiz yerine getireceğinden nasıl emin olabiliriz?
Çocuğunun maddi-manevi geleceğini düşünen ebeveynler zaten bunu mahkemeye başvurmadan, kendi aralarında bir karara bağlayacak olgunluğu gösteriyor genellikle.
Velayet davasında seçimin çocuğa bırakılması ile ilgili diğer yorumların ortak noktası daha çok teknolojik hediye vaat eden ebeveynin kazanacağı yönünde oldu. Bu yorum çocukları fazla paragöz tüketiciler olarak imlediği için rahatsız edici, çocukların manevi ihtiyaçlarını hiç göz önünde bulundurmayan aşırı yargılayıcı bir tutum ile karşı karşıyayız.