Had bildirmek için mahpusluk
Kasabanın en eski avukatlarından olan babamın, içinde bolca “müdde-i umumi” kelimesi geçen dava yorumlarıyla büyüdüm. “Hürriyeti tahdit” kavramını ise daha sonra öğrendim. Babam...
Kasabanın en eski avukatlarından olan babamın, içinde bolca “müdde-i umumi” kelimesi geçen dava yorumlarıyla büyüdüm. “Hürriyeti tahdit” kavramını ise daha sonra öğrendim.
Babam ağır cezacıydı. Nasıl olmasın? 1960’lı, 70’li yıllarda kasabada kiracılık mı vardı ki, anlaşmalara aracı olsun; mafyatik ticaret mi yerleşmişti, senet sepet işlerini takip etsin. Hatta, mesleğinin son yıllarında bu tür avukatlığı aşağılamışlığını bilirim.
O zamanlar işlenen suçların bir özgül ağırlığı(!) vardı; ondan da öte somutluğu söz konusuydu. Adam öldürmek, yaralamak; kız kaçırma; kaçakçılık (Lübnan’dan!); muz kesme; hamile ineği bıçaklama; esrar satıcılığı; 1980 öncesi ev ve arabalara dinamit atmak kasabanın sıradan vakalarıydı.
Suçlu yakalandığında kasabalı tümden ferahlardı. Kasabanın orta yerindeki hükümet binasında görülen davaları, pencerenin altına sinerek dinleyebilirdiniz. Hakim kararını verdiğinde dışardan alkış kopardı. Aynen Roma Kolezyum’unda parmakların aşağı inmesindeki gibi…
Günümüzün en battal ama en çok ışıklandırılmış binası olan adliye sarayının olduğu yerde, o yıllarda cezaevi vardı. Babamın dediğine göre o denli iğrenç koşullardaydı ki, burasını önceden gören bir zanlı suç işlemekten vaz geçebilirdi.
Sıkça müvekkillerini görmeye oraya giderdi. Çok doğalmış gibi, “girip, çıkmak”, “yatıp, çıkmak” kelimelerini kullanan babam, oradan her gelişinde evde huzursuzluk çıkarırdı. Çünkü, bunca yılın deneyimli ceza avukatı insandı. Saklamaya çalıştığı üzüntüsünü doğal olarak bize, evdekilere yansıtırdı.