Sonbahar sancısı
Bakakalırsın giden yazın ardından. Güneşi görürsün hep ama daha az ısıtmaya başlar ışıkları. Ellerinde şeffaf bavullarıyla kuş sürüleri geçer gider yavaş yavaş...
Bakakalırsın giden yazın ardından. Güneşi görürsün hep ama daha az ısıtmaya başlar ışıkları. Ellerinde şeffaf bavullarıyla kuş sürüleri geçer gider yavaş yavaş ısınmaya başlayan kara parçalarının ağaç dallarına. Bu izleyişin bile başlı başına bir hüznü vardır. Sadece kuşlar olsa iyi, sebepsiz mutluluklar, yorulmayan dinçlikler de gider. Unutulan huzurevleri yavaş yavaş düşer akla, mezarlıklardan ayrık
otları ayıklanır. Frenleri tutmayan, anlamlı ya da anlamsız bir hüzün yokuş aşağı hızlanır insanın aklına doğru. Öpüşmeler, sevişmeler azalır. Denizin tuzu sırra kadem basar teninden. Kimbilir kaç yaz daha kaldı ömründe diye düşünmeye bile ancak sonbaharda başlarsın. Yaz tutar insanın aklını belinden. Karamsarlığa mahal vermez. Akdeniz’e kıyısı olmaya görsün bir ülkenin. Havasından mı suyundan mı bilinmez yaz mevsimini bekler bu toprakların çocukları. Hoşgörü, anlayış, gülümseme mevsimlere göre değişir Akdeniz insanında. Yazın kuşandıkları zerafet kışa doğru leke tutmaya başlar. Eski alışkanlıklarıdır bunlar Akdeniz’in; keyfinin sürülmesine ses etmez ama kederini dayatır. Tesadüf değildir sonbaharda hayattan göçüşlerin sayısındaki artış. Direnci kırılan her insan, istemeye istemeye kuşlara uyar.
Hele İstanbul’daysan, keyfine iyiden iyiye limon sıkılır. Okullar açılır, trafik başlar, tüm toplu taşıma araçları hınca hınç dolar. İstiap haddini çoktan aşmış bu şehir, yollara insan kusar. İşe gitmesi bir dert, işten dönmesi başka bir derttir. Kepçeyle tüketir insanı. Gününün çeyreği, bu şehirde yaşamanın vergisidir. Hepsinden kötüsü, kültürsüzlüğün yüzüne yüzüne çarpmasıdır tabii. Oksijen tüketicisi bir grup g&uum...