BİRKAÇ yıl önce New York’ta bir sohbette Türk öğrencilerden biri “İstanbul Arap doldu, artık orada yaşamak istemiyorum” gibi çok yadırgadığım bir laf etti.
Misafirperverlikle asimilasyon arasındaki ince çizgi
BİRKAÇ yıl önce New York’ta bir sohbette Türk öğrencilerden biri “İstanbul Arap doldu, artık orada yaşamak istemiyorum” gibi çok yadırgadığım bir laf etti. Hangi Araplardan bahsettiğini...
Hangi Araplardan bahsettiğini sordum, “Savaştan kaçan çaresizleri mi, gelip bizde para harcayan turistleri mi kastediyorsun?” dedim. “İstersen turistlerden sadece sarışınlara izin verelim” filan diye biraz dalga geçtim. Ancak şu geldiğimiz noktada da enteresan bir resim oluşmaya başladı. O günden bugüne Suriye’den gelen mülteciler kat kat arttı. Avrupa’yla ilişkiler malum, ülkedeki turistlerin de hemen hepsi Ortadoğulu. Dolayısıyla artık sokakta üç kişiden biri Arapça konuşuyor. Dükkân tabelaları Arapçaya dönmeye başladı. Kafelerden Arapça müzikler yükseliyor.
Bu arada nüfusumuza üç buçuk milyon (belki daha fazla) Suriyeli eklendi ve aslında Arap turistler bunun yanında devede kulak. Misafirperverlik güzel şey, başımızın üstünde yerleri var diyelim filan da bunun bir sonraki aşaması ne?Herhangi bir entegrasyon politikamız veya programımız olmadığına göre, kaçınılmaz olarak Türkiye’de kültürün, yaşam tarzının, mutfak alışkanlıklarının, ticari malların, hatta tasarımların, tamamen Suriye ve Ortadoğu tercihlerine göre şekillenmeye başlaması mı? Bunu istiyor muyuz?