Kurtuluş reçetesi!
Lucescu'nun da yaramıza çare olamayacağını hep birlikte anladık. Çoğumuzun kafasındaki "efsane" teknik adamın, dört milli maç sonrasında yaptığı açıklamalar ile "sıfırı"...
Lucescu'nun da yaramıza çare olamayacağını hep birlikte anladık. Çoğumuzun kafasındaki "efsane" teknik adamın, dört milli maç sonrasında yaptığı açıklamalar ile "sıfırı" tükettiğini görüyoruz.
Bir öncekini inkar eden bahaneler ile kendini aklamaya çalışan biridir artık Mircea Lucescu. Saygınlığını kaybetti ve arkasından ona inanıp yürüyecek akıl bırakmadı.
Finlandiya maçında yediğimiz ilk golün bir duran top organizasyonundan olduğunu bile unutarak, "Ben olsaydım İzlanda maçındaki ilk duran top golünü yemezdik" diyecek kadar da yanındakileri küçülten bir teknik adam.
Evet, bize doğru akıl lazım. Durumu tespit edecek, sorunu çözecek planını ortaya koyacak ve çoğumuzu bu organizasyonu desteklemeye, daha sabırlı olmaya ikna edecek bir lider bekliyoruz.
Ersun Yanal-Abdullah Avcı
Türk futbolunun yapılanmasında Ersun Yanal da, Abdullah Avcı da sorumluluk aldılar. İkisinin ortak özelliği, görevlerinin yarıda kalması ve onlar gittikten sonra Fatih Terim'in yerlerine geçmesi.
İlginç tesadüf elbette.
Çalıştırdıkları takımları organize etmek, belli sistem ve prensiplerle geliştirmekte usta olan iki teknik direktör de ayrıldıklarında, Federasyon yönetimine rapor bıraktılar. Futbolumuzun gelişmesi için neyin, nasıl yapılması gerektiğini tespit ettiler, öneriler sıraladılar.
Fatih hoca böyle bir şey yaptı mı, bilmiyoruz.
Ersun Yanal, amatör liglerin bittiğine dikkat çekip, gençler arasındaki rekabetin okul takımları ile yapılmasını önerdi. İlçelerdeki liselerin, puan sistemi olmayan; yani başarıya endekslenmeyen bir fikstür ile her hafta birbirleri ile maç yapmasını, böylece okul ve sporun birlikte yürütülmesini raporladı.
Semt sahalarına binalar kondurulurken, şehirlerdeki gençlerin futbolun içine alınması adına çok mantıklı bir öneriydi. Değerlendirilmedi.
Hepsinden vazgeçmeliyiz
Abdullah Avcı, yabancı sayısının arttırılmasına karşıydı. Almanya'yı, Belçika'yı inceledi, bize uygun olacak fikirlerinden bir gelişim merdiveni oluşturdu.
Hem eğiticileri, hem kulüpleri standartların içine almak istiyordu. "Önce üretmeliyiz. Üretmeye başladıktan sonra, yabancı tamamen serbest olsun. Bu sistemi kurmadan yaparsak, çok zarar görürüz" diyordu.
Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim ise 14 yabancıyı, Yıldırım Demirören ile birlikte "yerli kuralı" diye sundu bizlere. Aradan bir yıl geçtikten sonra lisans verilen yabancı sayısına göre büyüyen harç miktarının dolardan TL'ye çevrildiğini yine kendisinde öğrendik.
Endişesi "Türk Futbolu" olması gereken Futbol Federasyonu, sadece kulüplerinin başarısını düşünen ve borç batağına sokan yöneticilerin emrine girip, karar verdi.
Eğer bir umut arıyorsak, oyunu bu hale getiren ve bu kararları verenlerin hepsinden vazgeçmemiz gerekiyor.
Bu zamana kadar yapamadılar, hatta daha kötü yaptılar.
Daha iyiye onlarla gitmemiz mümkün değil.