“Hele bir Türkiye gibi olalım, ticareti serbestleştiririz”
Ben geçen hafta Beyrut’taydım. Ziyaretten aklımda başlıktaki ifade kaldı. Lübnanlılar, Türkiye ile ticaretin serbestleştirilmesi konusu açıldığında, “Hele biz de Türkiye gibi bir sanayi ülkesi...
Ben geçen hafta Beyrut’taydım. Ziyaretten aklımda başlıktaki ifade kaldı. Lübnanlılar, Türkiye ile ticaretin serbestleştirilmesi konusu açıldığında, “Hele biz de Türkiye gibi bir sanayi ülkesi olalım, o vakit, ticareti serbestleştiririz” diyorlardı.
Bunun bir versiyonu daha var aslında. “Lübnan’ın bir süpermarket olmasını da istemeyiz elbette” diyorlar. Aynı bizdeki gibi “onlar ortak bir pazar” olmak istemiyoruz diyorlar. Akıllıca mı? Değil. Ama Amerikan başkanı Trump başkan olduğundan beri yalanı sahi zannedenlerin sayısında bir artış var. Ben bu sefer, Lübnan’da da serbest ticaretin ulusları fakirleştirdiğine dair derin bir önyargı gördüm. Aynı eskiden bizde de olduğu gibi. Aynı bugünlerde Türkiye’de yine hortlamaya başlayan ve teknoloji transferi perdesi arkasında gizlenen ithal ikamesi merakı gibi.
Halbuki Türkiye, bölgesinde nasıl sanayi devi oldu? Hatırlayın. 1980’li yıllar Turgut Özallı dönüşüm yıllarıydı. Türkiye dışa açılıp ticareti serbestleştirerek zenginleşti ve bir sanayi devi haline geldi. Türkiye, dünya ekonomisinin bir parçası olmak için gerekli adımları attıkça daha da zenginleşti. 1996 yılındaki Avrupa Birliği ile imzalanan Gümrük Birliği, Türkiye’yi orta teknolojili bir sanayi ülkesi haline getirdi. Türkiye, Alman otomotiv sanayisinin ve Avrupa’nın önemli bir parçası haline geldi. Türkiye’den Almanya’ya uzanan tedarik zinciri kesilirse, Alman sanayisinin zarar görme ihtimali böyle ortaya çıktı. Karşılıklı bağımlılık güçlendi. İşte tam da bu nedenle, Türkiye’nin çeke çeke uzattığı OHAL süreci hem Türkiye, hem de Avrupa ekonomisi için bir tehdit haline geldi. OHAL demek, Türkiye anormal demek. Türkiye anormal mi? Değil. O zaman bitmeyen OHAL ne iş?
Peki, Türkiye daha önce üretmeyi bilmediği orta-yüksek teknolojili bazı ürünleri nasıl oldu da üretmeye başladı? Önce serbestleşme iradesi vardı. 1980’de Türkiye dünya ekonomisinin ayrılmaz bir parçası olmak istediğini konuşarak değil, yaparak ifade etti. 1996’de Avrupa Birliği ile sanayi malları söz konusu olduğunda Gümrük Birliği’ne girdi. Gümrük Birliği ne zaman işler hale geldi? 2001 krizi sonrasında IMF ile birlikte alınan istikrar tedbirleri bankacılık sektörünü güçlendirdi, kamunun iktisadi kararlara doğrudan müdahalesini bir kez daha kısıtladı, enflasyonu tek haneye indirdi ve mali disiplini güçlendirdi. Gümrük Birliği işte bu iktisadi istikrar ile birlikte işlemeye başladı. Türkiye 2000’li yıllarda bu sayede biçim değiştirdi.
Şimdi geldiğimiz noktada, öncelikle dünyada iki tür ülke olduğunu idrak etmemiz gerekiyor. Sıçrama kabiliyeti olan ülkeler ile işi şansa kalmış olan ülkeler. İyi haber şu ki Türkiye işi şansa kalmış ülkelerden biri değildir. Türkiye, dünyada, kendi kendine sıçrama kabiliyeti olan az sayıda ülkeden biridir. Bu iyidir.
Sıçrama kabiliyeti olan ülkeler de aslında eskiden ikiye ayrılıyordu. Robert Frost’un “ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben daha önce gidilmemiş olanından gittim” dizelerinden yola çıkarak anlatayım. Daha önce gidilmiş yoldan giderek zenginleşebilecek olanlar ile sıçramak için daha önce gidilmemiş yolu seçmek zorunda olanlar.