Ahmet Hakan'ın yazısı ve Ak Parti'nin Genel Merkezi'ne asılan devasa poster
Hürriyet gazetesi yazarlarından Ahmet Hakan Coşkun, FETÖ ve müttefiklerinin askerî darbe teşebbüsü üzerine yazdığı bir yazıda, Mustafa Kemal’in “şeyhlik, efendilik, müritlik gibi kavramlarla...
Hürriyet gazetesi yazarlarından Ahmet Hakan Coşkun, FETÖ ve müttefiklerinin askerî darbe teşebbüsü üzerine yazdığı bir yazıda, Mustafa Kemal’in “şeyhlik, efendilik, müritlik gibi kavramlarla başının hiç de iyi olmamasını” ve “dini cemaatlere, dini gruplara, dini oluşumlara mesafeli oluşu”nu şimdiye kadar yadırgadığını, ama bundan böyle yadırgamayacağını, artık Mustafa Kemal’i çok iyi anladığını belirtip “Sen ne büyükmüşsün hey Atatürk” dedi ve ekledi:
“Artık ben de senin kadrini, kıymetini bilenlerdenim. Ben de Anıtkabir’ini ziyaret edeceğim. Ben de posterini duvarıma asacağım. Ve bir şey daha: Geçen senelerden birinde sırf artistlik olsun diye 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe ayağa kalkmamış ve bunu bir marifetmiş gibi bu köşeden cümle âleme ilan etmiştim. Bu 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe ayağa ilk kalkan olmak için fırlayacağım.”
Dinî hassasiyetler suiistimal edilerek milletin ensesinde boza pişirilmesine, insanlar hurafelerle kandırılarak türlü çeşit fenalıkların işlenmesine isyan mı bu?
Öyleyse; kendi heykellerini yaptırarak kendi kendini ‘kült’leştiren Mustafa Kemal’in Kemalettin Kamu, Yusuf Ziya Ortaç, Behçet Kemal Çağlar, Yaşar Nabi gibi yoldaşlarının İslam’a haşa alternatif sunmak cehdiyle kurdukları ve gelmiş geçmiş bütün askerî darbecilerin zulüm yolunda tepe tepe kullandıkları “Atatürkçülük”ün 10 Kasım sabahı saat 9’u 5 geçe ayağa fırlamak gibi ‘mistik’ ritüellerine iltifat neyin nesi?
***
“Atatürkçülük” nasıl bir ‘maneviyat’la kurulmuştu, hatırlayalım:
Kemalettin Kamu “Ne örümcek ne yosun/Ne mucize ne füsun/Kâbe Arabın olsun/Bize Çankaya yeter” diyordu.
Yusuf Ziya Ortaç, “(Atatürk) Yoktan var ediyor Tanrı gibi her şeyi” diyordu.
Behçet Kemal Çağlar, “Ey Samsun’da karaya çıkan ilah, merhaba!” diyordu.
Aka Gündüz, “Atatürk’ün tapkınıyız. Her şey (O)’dur. Her yerde (O) var” diyordu.
Yaşar Nabi, “Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz/Yeni din ezanları minareler yerine/Bulutları püskürten bacalardan okunsun... /Ceddimiz nasıl önce tapardıysa ateşe/Öyle Cumhuriyetle doldurduk kalbimizi” diyordu.
Betin, “Atatürk ekber! Atatürk ekber! Ancak O var: Atatürk” diyordu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve askerî idare yahut askerî vesayet dönemlerinde “Atatürk”e sığınılarak/“Atatürkçülük” denilerek en korkunç cinayetlerin işlenmesini mümkün kılan atmosfer işte böyle oluşturuldu.
“Ulu Önder” kültü, bizzat Mustafa Kemal’in başlattığı “Atatürk” heykelleri dikme furyası ve o heykellerin önünde saygı duruşu adeti, “Ebedî Şef” mistisizmi, 10 Kasım sabahı saat 9’u 5 geçe ayağa fırlama ritüeli vs, vs, vs, bu atmosferin bekasına hizmet ediyordu.
“Atatürk” hâşâ ilah, “Atatürkçülük” bir nevi din, “Atatürk İlke ve İnkılapları” da mukaddesat olunca, gerisi teferruat oluyordu tabii; hukuk devleti, demokrasi, temel hak ve hürriyetler bir kalemde silinebiliyordu.
***