Çin geliyor (mu?)
Çin, şu anda dünyanın 1 numaralı ekonomisi. Ekonomik güç olarak, yatırım-kârlılık, cari harcamalar, ithalat-ihracat dengesi olarak ABD’yi, bir ekonomik blok olarak NAFTA ve AB ülkelerini çoktan geride...
Fakat Çin’de hâlâ bu pastadan pay almak isteyen yabancı bankalara izin verilmiyor. Çin’de ekonomiyi idare eden, Batı yatırım bankacılığının dilini çok iyi konuşan bankacılar bulabilirsiniz, ama gidip kendi bankanızı kuramazsınız. Zaten Çin parasının değeri bir merkezden belirlendiği sürece, akla başında hiçbir kapitalist bankası, gidip de böyle bir kumar oynamaz. Yuanın değerinin serbest piyasada inip çıkması, bir siyasetçinin bunu belirlemesinden daha istikrarlıdır; çünkü siyasetçi, ülke parasının değerini belirlerken ne kadar serbest piyasaya göre realist kararlar da alsa, sonuçta siyasetçidir. Siyaset kararları ise serbest piyasaya göre daima daha az öngörülebilir niteliktedir.
Çin, parasının serbest piyasada değerini bulması sistemine geçtiği takdirde ki bunun adı ülkeyi finans-kapitale açmak olur, dünyanın en canlı finans sistemine de sahip olacaktır. Çin Komünist Partisi’nin Mao’dan sonra en uzun süreli lideri olan Deng Xiaoping, işbaşına geldikten sonra iki yıl içinde öyle reformlar yaptı ki bugün Çin belki de kapitalist sistemin en arızasız işlediği ülke oldu. Evet, işbaşında hâlâ bir Komünist Parti var, ama Deng’in dediği gibi, “Fare yakaladığı sürece kedinin siyah mı, beyaz mı olduğuna bakılmaz.”
Gerçi işbaşındaki partinin bir “komünist parti” olması, kedinin rengi kadar önemsiz bir mesele sayılamaz, ama onun yerini alan lider Xi Jinping, hükümetin “komünist diktatörlüğü” niteliğini renk farkına kadar indirgedi.