Bir tatil sonrası düşünceleri...
Öyle çok önceden kurgulamadığım, tasarlamadığım, adeta başıma gelmişçesine yaşadığım bir tatilden döndüm. Süre olarak kısaydı kısa olmasına ama öyle yoğun ve...
Öyle çok önceden kurgulamadığım, tasarlamadığım, adeta başıma gelmişçesine yaşadığım bir tatilden döndüm.
Süre olarak kısaydı kısa olmasına ama öyle yoğun ve öyle yorucu geçti ki kendimi alıştığım çevre ve koşullardan bir asır boyu uzak kalmışım gibi hissediyorum.
Ayrıntılarını merak edenler Pazar Eki'nde yayınladığım günlüklerimde okuyabilir. Sadece şunu söyleyeyim, belki ayıp, biliyorum, ne yapayım ilk kez Ayvalık'ı, Cunda'yı gördüm ve ilk kez bir Yunan adasında, Midilli'de üç gün geçirdim.
Bu 'tatil', anladığım anlamda bir dinlenme, ara verme dönemi değildi. Göçebe bir hayatın başka bir cinsini yaşadım. Önce Ayvalık, sonra Midilli, tekrar Ayvalık. Hepsi hepsi yedi güne bunca hareket sığınca ve hele de Ayvalık-Midilli gidişinin akıl almaz, şimdi hatırladığımda bir kere daha dehşete düştüğüm feribot yolculuğu çilesi eklenince itiraf edeyim hayli yoruldum.
Dönüşte çok daha kısa yollar vardı İstanbul'a ulaşmak için. Uzun yolu tercih ettim. Çanakkale, Eceabat, Gelibolu, Şarköy, Tekirdağ üstünden geldim. İşte bu yolculuk burada sıralayamayacağım nedenlerden ötürü zevkli, verimli, heyecanlıydı.
Gene de ben şimdi moda ve söylediğimde bizzat güldüğüm bir ifadeyle belirtirsem 'slow turizm' seviyorum. Zevkini bir de saatlerce yürümekte bulduğum saatlerce yüzmeyi çok sevdiğimden daha sıcak bir deniz kıyısında kalıp, okuyup, yazıp çalışarak zaman geçirmektir benim için dinlenmek.
Gençliğimde çok ve bu defa da yaptığım türden 'gezme-görme' de dünyanın en hoş şeylerinden biridir ama ağustos ayında olacak iş değildir. Bir de Ayvalık'ın çividen soğuk denizi dalınca insanı ferahlatıyor ama öyle uzun yüzmelere elvermiyor.
Bu geziyle ilgili birkaç şey söyleyeyim.
Birincisi Kuzey Ege coğrafyasının yeryüzündeki en etkili 'yaz peyzajlarından' birine sahip olduğuna artık iman etmiş durumdayım.
Balıkesir-Susurluk arasında gidip gelirken yıllardır bunu düşünürdüm. Ne Toscana, ne Provence ne şu ne bu. O coğrafya eşsizdir. Buna şu Çanakkale, Gelibolu, Şarköy, Tekirdağ bölgesini ekleyiniz. Bu düşünceye yıllar önce Çanakkale Şehitleri abidesi için o çevreye gidip gelirken de varmıştım.
Akıl almaz bir çevre bu. Ovalar, tarlalar, zeytinlikler, ormanlar, deniz eşi menendi olmayan bir resim çiziyor. Gelin görün ki, kızmadan, köpürmeden, sövmeden, tersine sevgiyle ve içtenlikle düşünerek konuşalım ve itiraf edelim. Toscana'da, Provence'da, daha bilmem nerede, gündelik hayatın imkanları, zenginliği ve düzeyi buralarla mukayese edilmez.
Yıllarca taşınıp durduğum Toscana'da, doğrudur, görüntü insanın nefesini keser ama aynı zamanda çoraklaşır, bomboz, kupkuru, sası bir tat kazanır. Gelin görün ki, oturup kalkar, yer içersiniz. Her yerde aynı düzeyde hizmet alırsınız. Fiyatlar elinizi yakmaz.
Sözün nereye varacağı bellidir. Bizde bu imkanlar çok sınırlıdır. Ulaşabildikleriniz de cep, el, avuç ve yürek yakıyor. Bu sorunu aşabilecek miyiz, emin değilim.