Türkiye’de Macron olmak...
Siyasal alanda herhalde doğal olan spekülasyonlardan uzak bir şekilde ele almaya çalıştığım Kılıçdaroğlu ve adaylık konusunda yazdığım yazıyı doğru yorumlayanlar da oldu yanlış...
Siyasal alanda herhalde doğal olan spekülasyonlardan uzak bir şekilde ele almaya çalıştığım Kılıçdaroğlu ve adaylık konusunda yazdığım yazıyı doğru yorumlayanlar da oldu yanlış yorumlayanlar da. Son derece anlaşılabilir bir durum. Fakat ben oradan hareketle başka bir 'eskiz' çizmeye çalışacağım.
Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanı olarak aday olması gerektiğine değindim. Bunun sistem bakımından önemli olduğunu belirttim. Sadece sistem değil önemli olan. Siyasetin kendisi de bana göre bunu gerektirir.
CHP ise bu konuya başka bir açıdan yaklaştığını belirtti, belirtiyor. Adaylık sürecinin 'Hayır bloğunun' bir uzantısı olarak ele alınacağını, adayın geniş bir katılımla/tabanla mı ortaya çıkarılacağı yoksa soruşturmalarla/ araştırmalarla mı tespit edileceği konusunun henüz belirlenmediğini söylüyor.
Gene de bana göre her iki durumda adayın başka bir statüsü olacaktır: Partiler üstü aday!
Bizim kuşak bu partiler üstü kavramını çok iyi bilir, tanır ve hiç sevmez. 12 Mart kabineleri söz konusu olduğunda Nihat Erim o güne kadar en yerleşik CHP'li olmasına rağmen istifa ettirilmiş, bir gecede 'partiler üstü', bağımsız, tarafsız Başbakana dönüştürülmüştü. Bu komedi içinde bir yandan Ecevit isyan bayrağını açar ve kendisini İnönü'yü yenip CHP Genel başkanlığına taşırken bir yandan da Erim 'Beyin kabinesi' kurmuştu.
Ondan sonra da siyaset ne zaman sıkışsa bu partiler üstü kavramı gündeme geldi. Bazen doğrudan aranan bir kişi etrafında (o kişi hep aranır) bazen de kendi payıma her zaman şiddetle karşı çıktığım 'büyük kabine' şeklinde. Daha İttihatçılar döneminde de bu 'büyük kabine' denenmiştir.
Çok yıllar sonra 2001 krizi ertesinde de Kemal Derviş bir tür 'partiler üstü isim' olarak gelip olmadık işler çevirmişti.
Her zaman, her dönemde bu oluşumlara, evet, tepki gösterdim.
Nedeni açık. Aktif siyasetten kaçınmakla birlikte daima siyasetin önemli ve erdemli olduğuna inandım. Bu, inandığım ama iyi inandığım pek az ilkeden biridir. Siyasal düşünce felsefeyle iç içe geçmiş bir halde insanlığın en önemli birikimidir. Toplumsal 'kurtuluş'un da ancak siyasetin geniş bir tabana yayılmasıyla mümkün olacağını düşündüm.
Partiler üstü kavramı bu nedenle bana daima itici geldi. İticilik neticede sübjektif bir kavram. Oysa siyaset üstü olmak bal gibi politik bir kavramdır ve çok kötü bir politikaya tekabül eder. Bu, bir ülkenin ve toplumun karşılaşacağı en kötü hallerden biri olan apolitik olma durumudur. Bir toplumun siyasal planda yok edilmesi onun depolitizasyona mahkum edilmesiyle mümkündür. Bütün o darbeler, bütün o askeri rejimler, bütün o sıkıyönetimler tamamen apolitik/ partiler üstü birer siyasal dönemdir. 12 Eylül Türkiye'de depolitizasyonu anayasallaştırmış bir darbedir.