Din-Ahlak ve Zihniyet
Ahlak, din ve ideolojilerin temel öğretilerinin söylem ve eylemleri genellikle toplumsal alanda yüzeyi kaplarken dip akıntı olarak zihniyet toplumsal bilinci şekillendirmektedir. İnsanların çoğu; kalabalıklar içinde son derece...
Ahlak, din ve ideolojilerin temel öğretilerinin söylem ve eylemleri genellikle toplumsal alanda yüzeyi kaplarken dip akıntı olarak zihniyet toplumsal bilinci şekillendirmektedir. İnsanların çoğu; kalabalıklar içinde son derece dindarlık ve ahlaki görgüsünü oluşturan hareket tutarlılığıyla yürürken, çevre baskısının ortadan kalktığı yalnız zamanlarda veya “inanmış” dar guruplar içinde çok kolaylıkla değil din, iman ve ahlak çok basit akli ve mantıki tutarlıkları dahi göstermemektedir.
Dar bir tanımla, öğretilerden etkilense de tümünün dışında oluşan ve hemen tüm bireylerde benzer etkiler yaratan bütüne zihniyet deniyor. Toplumumuzun zihniyet haritasıyla ilgili iktisadi açıdan halen elimizdeki çalışmalar rahmetli Sabri F. Ülgener'in kitaplarıdır. İnsanların Carl Jung'un dediği gibi “dip akıntılar” şeklinde etkilendiği duyguları vardır ve bunlar zamanla tamamen olmasa da değişiklikler arz ederler. Bu nedenledir ki toplumumuzun hem genel karakteristiğini oluşturan temel kotlarını hem de değişen veya kılık değiştiren yönlerini takip etmek için bilimin spot ışıklarını genelin, gurupların ve bireylerin üzerinden bir an olsun bile kaldırmamak gerekir. Çünkü çoğu zaman zihniyet dini, ahlaki ve ideolojik idealleri şekillendirmektedir.
Kuranı Kerim'de “Azını verip cimrileşti/Ve ağtâ galîlev ve ekdâ. Necm Suresi 34” ayeti kerimesiyle, az vererek, ihtiyaç sahipleri varken ve verebilecek daha malı olmasına rağmen bile bile esirgemenin kötü bir zihniyet durumu olduğunu ifade ediyor ki bu bağlamda çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Bu metinlerin Allahtan gelen sözler olduğuna inanılıyorken ve bu metinlerde 365 gün okunuyor ve anlatılıyorken, gerek bazı anlatıcılarının ve gerekse muhatapların “metni-manayı ve maksadı” dışlayan yorum ve yaşayışları bir dip akıntı ve temel içgüdüyle, Kur'an'ın indiği dönemde kınanan çarpık zihniyeti aynen yansıttığı görülüyor. Bazı âlimler bunun “Müslüman toplumların genel özelliği olmadığını” söylüyor olsalar da bilakis metnin maksadı iyilik ve takva ile davrananların azınlık kaldıklarını müşahede ediyoruz.
İlk dönem Müslümanlarının “sadaka, infak ve zekât” uygulamalarında yardımı alan kişinin zekâta en azından bir yıl muhtaç olmayacağı bir strateji ve miktarla verildiği görülüyor. Bu olmazsa en azından kendi mal ve imkânlarına “kardeşini” eşitleme şeklinde gerçekleştiği görülüyor.
Hz Ömer “Irak'ın dul kadınlarının kıyamete kadar kayzer'in /kral sadakasına muhtaç olmayacağı bir sistem hedeflediğini” söylüyor ve kuruyor. İnsanların devletten bile yardım alarak geçinmesinin asıl değil araz olduğunu düşünüyor. Bugünün Müslüman aklı ise yardım ederken yoksulun bir gün bile kendi standartlarında yemek yemesini içine sindiremiyor ve peynir ekmek hesabıyla alt limitlerden fitre hesaplama peşine düşüyor. Devlet yardımlarını bir tarafa geçtik kendi emeğiyle çalışıp geçimini sağlamak isteyen insanlara hem boğazı tokluğuna ücret veriyor hem de iş bulmayı türlü taleplerle faizlendirerek insanların şahsiyetleriyle oynuyor. İnsanlar yıllarca çalışsa da yardıma muhtaç halde kalmaktan kurtulamayacağı bir ekonomik strüktürün olabilecek daha da öte olması gereken en iyi durum olduğuna inanıyor. İnsanları sürekli yardıma muhtaç halde tutarak ucuz iş gücü piyasası oluşturuyor ve buna da “daha iyisi can sağlığı” diyebiliyor. Tabi bunu söyleyenler boğazı tokluğuna çalışanlar değil.
Haşir Suresi 7. Ayeti kerime “kamu rantının belli insanlar arasında dolaşan devlet haline getirilmemesi” ve Nahl Suresi 71. Ayet-i kerime “hizmetinden yararlanılan kişilerin hizmet alanların yaşam standartlarına eşitlenmesi” gereğini ifade ediyorken bugün en küçüğünden en büyüğüne kamu rantıyla zengin olan Müslümanların emeğinden yararlandıkları insanlara kendi yaşam standardında yaşamayı layık görmdiklerini hatta “onların kendilerinin ulaştıkları gibi nimetlere ulaşmalarına engel olmaya çalıştıklarını” (Mearic 21) görüyoruz.