Acılarımız ve sözlerimiz arasındaki mesafe...

Kelimeler kamyon değil ki...Acıları yüklendikleri gibi bizden uzağa götüremiyorlar.Kirli sepeti gibi bir şey de değiller...Hani at içine acını, yıkanıp durulanacakları güne kadar gözden uzakta dursunlar.Ama...

Kelimeler kamyon değil ki...
Acıları yüklendikleri gibi bizden uzağa götüremiyorlar.
Kirli sepeti gibi bir şey de değiller...
Hani at içine acını, yıkanıp durulanacakları güne kadar gözden uzakta dursunlar.
Ama biraz olsun merhem olabilirlerdi.
Yutkunmakla kalmazdık.
Birazı suskunluk, birazı tutuk kelimelerle bir teselli aramayı bilirdik eskiden.
Şimdi onu da beceremiyoruz.
Konuştukça üzüntümüz kayboluyor sanki; konuştukça bizim halimiz "üzücü" oluyor.
Bir cümle yetmiyor, bir cümle daha, sonra bir cümle daha...
Kahrolduğumuzu, canımızın yandığını söylüyoruz ama bakınca görülüyor işte! Sefil bir fırsatçılıkla birbirimizin canını yakmaktan öteye geçemiyoruz.

***
Ha! Bir de yayın yasağı konusu var.
Aladağ'daki facia hakkında üç beş şerefsiz sosyal medyada alçakça işler yapıyor diye ihmalciliğimizin, kayırmacılıklarımızın, denetim düzenimizdeki ahbap çavuş sefaletimizin üzerine konuşmaktan geri duracak değiliz ya!
Mesela böyle her korkunç facianın ardından birkaç ay geçince yargı sürecinin gevşediğini; tutuklu sanıkların salıverildiğini görmezden mi geleceğiz?
Bugün şu yazıyı okuduğunuz saatlerde bile yurtların, okulların, otellerin ve benzeri yerlerin yangın merdivenlerinin çoğunu kontrol etsek, göreceğiz ki, hepsine bir asma kilit vurulmuş ya da arkasına bir mania koyulmuş.
Neden peki? Nasıl?
Kilit koyacaksak, niye yapıyoruz acil çıkış kapılarını?
Al sana başlı başına bir devlet ve sosyoloji dersi!
Şu kadarını söyleyeyim...
Ben bu satırları yazarken, ülkenin en parlak eğitim kurumlarından kilitli kapı fotoğrafları medyaya düşüyordu.
***
Şimdi tekrar yazıya başladığım yere döneyim...
Kelimelerin boğuntusuna gelen kederlerimiz, acılarımız, yaslarımız konusuna...
Bir milat oluştu sanki bu noktada.
Sosyal medyadan öncesi ve sonrası diye bir milat.
Eskiden hemen ortaya atılıp "en çok ben üzüldüm, ben, ben, ben" diye tepinen ve acının asıl sahiplerini bile utandıran tipler hemen izole edilir, kuytu bir köşeye alınırdı.
Artık sosyal medya var ve bunların sahnesi orası.
Çekip kollarından indiremiyorsun da.
Öte taraftan da muazzam bir sığlık yayılıyor.
Duygusuz duyar kasmalar; düşüncesizce dile getirilmiş fikirler...
Yas mı? Bir kelime değil, önce çığlık gibi bir ses sonra çaresizce teslimiyetini arayan suskunluktur çoğu zaman.
Kaybın geride bıraktığı boşluğa saygıdır yas.
Fakat Facebook'ta garip bir laf kalabalığı, Twitter'da bir tür "jest" olup çıktı.
Acıyla acı üzerine sözler arasındaki mesafe açıldıkça açılıyor.
Ne yapmalı, bilmiyorum!

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ne oluyor, ne olacak? 21 Kasım 2024 | 437 Okunma Çığ 19 Kasım 2024 | 386 Okunma ABD’yi konuşmaktan mı korkuyorsunuz? 18 Kasım 2024 | 504 Okunma ‘Ben... şey... inanacağım’ 17 Kasım 2024 | 119 Okunma Haftanın notları: Maneviyat ölünce... 16 Kasım 2024 | 172 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar