Bayram notları...
Bayram namazı sonrası hızla camiden çıkmaya çalışanlar, cami içinde bayramlaşma sırasına girenlerin üç katıydı. Dış avluda ve caddede ister istemez yollarımız kesiştiğinde...
Bayram namazı sonrası hızla camiden çıkmaya çalışanlar, cami içinde bayramlaşma sırasına girenlerin üç katıydı. Dış avluda ve caddede ister istemez yollarımız kesiştiğinde üç kişiden ikisi yüz yüze gelmekten kaçındı. Neredeyse hepimiz usulca kafamızı çevirip oradan uzaklaşmayı tercih ettik. Birbirine bayram neşesiyle gülümseyenimiz öyle azdı ki... Çoğunluk belki sabah mahmurluğuyla, belki kafalarının doluluğu yüzünden somurtuyordu.
Bu tablo önemli.
Bir bayram sabahı bile cami cemaati nasıl böyle manevi yoğunluktan uzak ve "uçucu" bir topluluk olabiliyor? Günümüzün hangi sosyal dinamikleri bizi bu davranış kalıplarına sürüklüyor? Bu soruları sormadan geçelim mi şimdi? Güzel ve doğru sözlerimiz güzel ve doğru eylemlerimizle sonuçlanmıyorsa, durup düşünme vakti gelmiş demektir.
Yanılıyor muyum?
Ama olmuyor galiba! O halde nedenini sakin kafayla sorgulamaya başlamamız gerekir. Bizi birbirimizden uzaklaştıran şeylerle (ve gündelik hayat rutinimizin bize ettiği fenalıklarla) yüzleşmekten daha ne kadar kaçacağız?
Değişiyorsak, değiştiğimizi bilelim, oradan başlayalım. Doğruyu yeniden inşa etmenin başka yolu yok.
Eh, seküler kesime hoş görünmek için kurban geleneğini "hayır işi" olarak anlatan resmi din söylemiyle ancak bu noktaya gelebilirdik, geldik.
Şimdi onlarla laf yarıştırmak bize bir şey kazandırmaz. Bize düşen kendi dersimizi; yani "rıza", "teslimiyet" ve "kurban" derslerini derinlemesine çalışmaktır.