Biz...
Valiz tamam.En son ceketimin cebindeki pasaportumu yokluyorum.Bir şey unutmamış, eksiksiz toparlanmışım.Yola düşme vakti.İtalyan ev sahibim Filippo'ya kalan borcumu zarf içinde uzatıyorum. Alıp şortunun arka cebine...
Valiz tamam.
En son ceketimin cebindeki pasaportumu yokluyorum.
Bir şey unutmamış, eksiksiz toparlanmışım.
Yola düşme vakti.
İtalyan ev sahibim Filippo'ya kalan borcumu zarf içinde uzatıyorum. Alıp şortunun arka cebine sokuyor zarfı.
Bir an duraksıyorum.
Zarif biçimde sormanın yolunu bulamayınca dümdüz biçimde "belki eksik saymışımdır, içine bakmayacak mısın?" diyorum. Çok aydınlık bir gülümseme yayılıyor yüzüne. "Sizde problem olmaz! Eksikse de mail atarım, gönderirsin!" diye karşılık veriyor. Sonra "bu konuda hangi milletler problem yaratıyor söylesem, şaşarsın" diyor.
Evden çıkıp yola düşünce anlıyorum, tam olarak.
O "siz" kelimesi zihnimde uğulduyor.
Hani bizim çoktandır umursamadığımız, hafife aldığımız, hatta aşağılamayı alışkanlık haline getirdiğimiz "biz" yani...
Bir İtalyan'ın gayet iyi bildiği o muazzam tarihsel- sosyal derinlik ve ahlak, bizimse 80 yıldır üzerinde tepine tepine krapon kâğıdı kadar incelttiğimiz kimlik...
Havaalanına giderken elimdeki tablet üzerinden gazetelerin hafta sonu eklerini karıştırıyorum.
Bir söyleşiye takılıyor zihnim.
Pek ünlü röportajcı son zamanlarda gözde olan bir turizm tesisinin sahibi hanımefendiyle konuşuyor.
Hanımefendi zor koşullarda mücadele ederek uluslararası seyahat dergilerinin de dikkatini çeken mükemmel bir tatil köşesi oluşturmuş.
Ama bu azmin ve becerinin bir karakteristik kaynağı olmalı?
Ünlü röportajcı ve turizmci hanımefendi el birliğiyle buluyorlar onu: Almanya'da geçen 18 yıl ve Alman koca. Hanımefendi "bir şeyi iyi yapmayı, çalışkan olmayı, dürüst olmayı, emeğe saygı duymayı Almanlar'dan öğrenmiş"miş!..
Hani hayatına Almanya girmese, vazgeçtim emeğe saygıyı falan, dürüst bile olamayacakmış gibi bir hava verilmiş.