Güneş...
Güneş, deniz, deniz kıyısı... Bitti mi şimdi? Yazla birlikte onların kıymeti de solup geçecek mi? Tamam, nihayet eylülün hüznü sökün etti ama kapıları kapatıp "içerilere" mi...
Güneş, deniz, deniz kıyısı...
Bitti mi şimdi?
Yazla birlikte onların kıymeti de solup geçecek mi?
Tamam, nihayet eylülün hüznü sökün etti ama kapıları kapatıp "içerilere" mi çekileceğiz?
Bazılarınız, içinizden cevap vermeye hazırlanıyor olabilir; "Yoo, güneyde havalar birkaç hafta daha günlük güneşlik" diyecekler, "Kaş'a git!" tavsiyesi verecekler çıkacaktır.
Fakat işte bütün sorun da orada!
Günümüzün tatil klişeleri ruhumuzu kemiriyor; yeryüzüyle ilişkimizin özensizliğini büyütüyor.***
Güneş ışığının ve onun iç ısıtan sıcaklığının güneşlenme ve yaz tatili çerçevesine kapatılması ne kötü!
Ama bunu anlayabiliyor muyuz?
Sanmam.
Bir aralık günü öğle güneşi etrafı pırıl pırıl yaptığında aklımız başımıza geliyor ya, o zaman da üzerinde yeterince durmuyoruz.
Güneşin güzelliği onun altında güneşlenmemizden ibaret değildir. Hatta bunun insanlık tarihinde topu topu yüz, bilemediniz yüz elli yıllık bir geçmişi vardır.
Güneşin güzelliği aydınlığındadır.
Bir asmaaltında gölgede otururken güzeldir asıl.
İkindi vakti taşları ıslatılmış bir avluda karşı duvarı aydınlatışıyla, bir bahar sabahı ovaları kaplayan sisi ağır ağır dağıtışıyla güzeldir.
Deniz mi?
Nasıl yüzmekten veya şimdilerde gençleri etkileyen plaj keyiflerinden ibaret olabilir?
Deniz, her şeyden önce bakmaktır.
Kıyısında durup da baktığında "enginlik" hissi zihnine nakşolur.
Ruhunu adını koyamadığın özlemler sarar.
Dalgalar sana bana, hayatımıza benzer.
Söyleyin, bu güzelliğin mevsimi olur mu? Vakti geçer mi hiç?***
Günümüzün şehirlileri yılın yüzde seksen beşini iç mekânlar ve ulaşım araçlarında geçiriyor. (ABD'de bu oran yüzde 93'e çıkmış. Demek ki, öğle vakti elinde sandviçi güneşe çıkan çalışan Amerikalı sayısı da giderek azalıyor.) Oysa yeni kuşak davranış bilimciler sık sık gün ışığına ve bir sahile çıkmanın iyileştirici etkisinden söz ediyorlar.
Peki neye iyi geliyor?
"Dikkat yorgunluğu" adını verdikleri şehirli ruh haline deva.
Ama bana sorarsanız, ne varsa edebiyatçılarda var...
Çünkü şu an aklıma C.Bobin'in sözü geliyor: "Görmek ve işitmek.
Yeryüzünde de bir cennet var da içeri giremiyorsak tek sebebi dikkatsizlik, sadece dikkatsizlik."
Bitti mi şimdi?
Yazla birlikte onların kıymeti de solup geçecek mi?
Tamam, nihayet eylülün hüznü sökün etti ama kapıları kapatıp "içerilere" mi çekileceğiz?
Bazılarınız, içinizden cevap vermeye hazırlanıyor olabilir; "Yoo, güneyde havalar birkaç hafta daha günlük güneşlik" diyecekler, "Kaş'a git!" tavsiyesi verecekler çıkacaktır.
Fakat işte bütün sorun da orada!
Günümüzün tatil klişeleri ruhumuzu kemiriyor; yeryüzüyle ilişkimizin özensizliğini büyütüyor.
Ama bunu anlayabiliyor muyuz?
Sanmam.
Bir aralık günü öğle güneşi etrafı pırıl pırıl yaptığında aklımız başımıza geliyor ya, o zaman da üzerinde yeterince durmuyoruz.
Güneşin güzelliği onun altında güneşlenmemizden ibaret değildir. Hatta bunun insanlık tarihinde topu topu yüz, bilemediniz yüz elli yıllık bir geçmişi vardır.
Güneşin güzelliği aydınlığındadır.
Bir asmaaltında gölgede otururken güzeldir asıl.
İkindi vakti taşları ıslatılmış bir avluda karşı duvarı aydınlatışıyla, bir bahar sabahı ovaları kaplayan sisi ağır ağır dağıtışıyla güzeldir.
Deniz mi?
Nasıl yüzmekten veya şimdilerde gençleri etkileyen plaj keyiflerinden ibaret olabilir?
Deniz, her şeyden önce bakmaktır.
Kıyısında durup da baktığında "enginlik" hissi zihnine nakşolur.
Ruhunu adını koyamadığın özlemler sarar.
Dalgalar sana bana, hayatımıza benzer.
Söyleyin, bu güzelliğin mevsimi olur mu? Vakti geçer mi hiç?
Peki neye iyi geliyor?
"Dikkat yorgunluğu" adını verdikleri şehirli ruh haline deva.
Ama bana sorarsanız, ne varsa edebiyatçılarda var...
Çünkü şu an aklıma C.Bobin'in sözü geliyor: "Görmek ve işitmek.
Yeryüzünde de bir cennet var da içeri giremiyorsak tek sebebi dikkatsizlik, sadece dikkatsizlik."
Ne oluyor, ne olacak?
21 Kasım 2024 | 437 Okunma
Çığ
19 Kasım 2024 | 386 Okunma
ABD’yi konuşmaktan mı korkuyorsunuz?
18 Kasım 2024 | 504 Okunma
‘Ben... şey... inanacağım’
17 Kasım 2024 | 119 Okunma
Haftanın notları: Maneviyat ölünce...
16 Kasım 2024 | 172 Okunma
TÜM YAZILARI