İşte öyle bir hastalık!
Salonun ışıkları söndü. Film başladı. Serin fakat pırıl pırıl güneşli bir gün... Ufka kadar uzanan masmavi deniz. Kırlar. Ak pak bir yeldeğirmeni. Ağaçlar. Bisiklet yolu... Biz seyirciler...
Salonun ışıkları söndü. Film başladı. Serin fakat pırıl pırıl güneşli bir gün... Ufka kadar uzanan masmavi deniz. Kırlar. Ak pak bir yeldeğirmeni. Ağaçlar. Bisiklet yolu... Biz seyirciler çıtımızı çıkarmadan izliyoruz. Sadece rüzgâr ve kuşların sesi var. Bir de içimizdeki ferahlık. Henüz olaylar başlamadı, filmin karakterlerini tanıyamadık. Ama böyle güzel zaten!.. Çünkü gerçekte böyle bir yerde olsaydık, durup böyle bakamayacaktık, sesleri doğru düzgün dinleyemeyecektik. Elimiz "akıllı telefonlar"ımıza gidecek, hemen görüntü almaya başlayacaktık. Yalan mı? "Kaçmaz bu" diyerek görüntü ve sesleri kaydedecek ama "yaşamayı" kaçıracaktık. Oysa şimdi bu karanlık sinema salonunda ne kadar sakin, iliklerimize kadar...