Zaman gelip geçerken: Telaşlı mı, sakin mi?
Bir metropolde yaşamanın ne menem şey olduğuyla oruçluyken yüzleşiyoruz... Bedenin açlığı bir şey değil, o kolay. Oruç, "ruhun iştahı"na direnmek, kendini tutmak, o açlığı dindirmek demek....
Durup geri çekilmek demek... Metropol hayatında bir an olsun durmak, durup geri çekilmek, bakmak (temaşa ve tefekkür) mümkün mü? Zor ama yapabildiğinde de nasıl güzel!
"İftara yetişmek" diye bir hal var metropolde. Güzel yanından bakarsak, tatlı bir telaş. Fakat bir de öteki yanı var. Niye yetişmek zorunda kalıyoruz? Bu koşuşturma tuhaf değil mi? Trafikte seksen takla atmak, gözünü saatten ayıramamak, yetişme endişesi taşımak ile sükunetle akşamın inmesini bekleyip oruç açmanın gösterişsiz neşesini kıyaslasak hangisi ağır basar? Artık bilemiyorum. Çünkü şimdi metropol telaşını da seviyorum. Ama geçmişte birkaç yıl yaşadığım o sakin kasabadaki iftarları özlüyorum. En çok da bisikletin sepetinden gelen sımsıcak pide kokusunu içime çekerek eve doğru pedal bastığım saatleri...