Gazzâlî ve kalbin eğitimi
Gazzâlî’yi vahiyci ve ilhamcı, akla ve felsefeye cephe alan biri, İbn Rüşd’ü de akılcı ve vahye arkasını dönen birisi olarak tanımlamak yanlıştır. Gazzâlî aklı, iki kanadıyla...
Gazzâlî’yi vahiyci ve ilhamcı, akla ve felsefeye cephe alan biri, İbn Rüşd’ü de akılcı ve vahye arkasını dönen birisi olarak tanımlamak yanlıştır.
Gazzâlî aklı, iki kanadıyla kullanan bir İslam büyüğüdür. Gazzâlî’nin İslam düşüncesine zarar verdiğini söyleyen de yalnızca cehaletini sergilemiş olur. İslam düşüncesi üç ekolde yaşamış ve gelişmiştir: Kelam, Felsefe ve Tasavvuf. Gazzâlî bu üç alanda da, bugün dahi geçerliğini ve değerini koruyan, istifade konusu olan önemli eserler vücuda getirmiştir. İslam vahyi ile çelişen noktalarda felsefeyi tenkit etmesi, felsefenin tabiat ve amacına uygun bir faaliyettir; yani fikir tartışmasıdır. Felsefeciler de kendi aralarında tarih boyunca tartışmışlardır, bu yüzden birçok felsefi düşünce, yine filozoflar tarafından ağır tenkide uğramış ve geçerliğini yitirmiştir; ama felsefe devam etmektedir. İslam Felsefesi de farklı coğrafyalarda Gazzâlî’den sonra devam etmiş, gelişmesini sürdürmüştür.
Kanaat önderi, örnek insan, yol gösteren anlamlarında “İmam” sıfatıyla anılan Gazzâlî, kendi zamanının uygun şartlarında iyi bir tahsil yaptıktan sonra Büyük Selçuklular’ın kurdukları, zamanın en büyük üniversitesi olan Nizamiye’de hoca oluyor. Kendisi “el-Münkız Mine’l-Dalâl: Yanılma ve Sapmadan Kurtaran” isimli kitabında anlattığına göre (Beyrut, 1988, s. 25), genç yaşından itibaren taklidi (kendisi incelemeden, delile bakarak kanaat getirmeden başkalarının ve sözüne uyarak hüküm vermeyi, inanmayı, hareket etmeyi) terk ettiği için bir yandan hocalık yaparken bir yandan da kalbi ihmal eden akıl ile hakikati bulma yolunda tefekkür çilesi çekmektedir. O öyle bir hakikat (varlık ve oluş hakkında kesin bilgi) istemektedir ki, nasıl on sayısının üçten büyük olmadığını iddia eden bir kimse, taşı altına, değneği yılana çevirse bile onun sözüne inanmaz ve matematik bilgisi sarsılmaz ise o bilgisi de (metafizik, din...konularındaki bilgisi de) böyle kesin, sağlam ve sarsılmaz olsun (s.26). Gazzâlî, bu bilgiye ulaşabilmek için tefekkür okullarını gözden geçirir, kelamcılar, bâtınîler, filozoflar ve sûfîlerin belli başlı eserlerini okur, bunların her biri hakkında erbabı ile tartışabilecek ve kitaplar yazabilecek seviyeye gelir. İlk üç yolun kendisini hedefe ulaştırmada yeterli olmadığını görerek unvanı, köşkü, itibarı, iltifatı bir yana bırakıp Suriye’ye göçer, orada ve Kudüs’te uzlete çekilir; yalnız kalıp tefekkür ve ibadet ile vakit geçirir, tasavvuftan öğrendiklerini tecrübe ile “hal” olarak gerçekleştirir ve aradığı yakîni (kesin bilgiyi ve hiçbir şüphenin yıkamayacağı, sarsamayacağı imanı) elde eder. Gazzâlî’nin yaptığı, ilmi ve aklı reddetmek değil, onları kendi sınırları içinde kullanmak ve yeterli olmadıkları alanda başka bilgi kaynaklarına ulaşmaktır.
(Gazzâlî’nin uzlete çekildiği Mescid-i Aksa’daki mekanda bu fakir de bir sürecik bulunma nimetini elde etmiştim. Orada, “Mevlâm, bu kulunun da kalbine yağdır rahmetini, ilhamını ve ledünnî bilgiyi” diye dua etmiştim).
Gazzâlî hedefine ulaştıktan sonra kaleme aldığı kitaplarında aynı yolculuğa çıkmak isteyenlere bilgi veriyor ve yol gösteriyor.
Bugün olduğu gibi insanların kafalarının karıştığı, doğru din ve madde ötesi âlem bilgisini, Kur’an’ı doğru anlamayı sağlayacak İslam aklını nereden ve nasıl alacaklarını bilemedikleri, İslam dışı akılların, felsefelerin ve hurafelerin “ilim” yerine geçtiği bir dönemde “İhyâu Ulûmi’d-Dîn: Din ilimlerini diriltmek” isimli kitabını kaleme almıştır.