İslam Birliği ve İran
1991 yılında İSAV (İslam Araştırmaları Vakfı) hocamız Ali Özek başkanlığında bir İran araştırma gezisi düzenlemişti. Bir yıl sonra da Tarabya Oteli’nde bir sempozyum yapıldı.
Bu sempozyoma Sünnî ve Şîî alimler davet edilmişti. Sempozyumun sonunda yayınlanan sonuç bildirisinde Sünnî-Şîî(Caferî) toplulukları arasında itikad farkına rağmen nasıl bir birlik oluşturulabileceği maddesi de yer almıştı. Bu madde “dinin usulü ile mezhebin usulü” farkına dayalı bir çözüm teklif ediliyordu. Seyahatimizde işte bu maddede yer alan çözümün bir kısım İran uleması ve siyasileri arasında da benimsenmiş olduğunu görmüştük.
Ayetullahların bulunduğu bir sohbette bir arkadaşımız şunu sordu: “Siz imâmeti iman esaslarından biri sayıyorsunuz, biz ise onu bir fıkıh (amel) meselesi olarak görüyor ve sizden farklı inanıyoruz, bu durumda biz —size göre— imansız mı oluyoruz?”
Orada saygı gören bir âyetullah şu cevabı vermişti: “Dînin usûlü vardır, mezhebin usûlü vardır. Sizin bizden farkınız dînin usûlünde (prensiplerinde, inanç esaslarında) değildir, mezhebin usûlündedir.