Kızılay’ı ehil ellerde koruyalım
Başlık bana ait, ama alttaki yazıyı, değerli insanımız ve işin ehli Kızılay Başkanımız Kerem Kınık’tan ben rica ettim, okuyucularımla paylaşıyorum:Kızılay’ın tarihi...
Başlık bana ait, ama alttaki yazıyı, değerli insanımız ve işin ehli Kızılay Başkanımız Kerem Kınık’tan ben rica ettim, okuyucularımla paylaşıyorum:
Kızılay’ın tarihi, Türkiye’nin tarihinden ve bu tarih içindeki dönüşümlerden hiç bağımsız olmamıştır. 150 yıllık bu tarihi ‘iyilik çınarı’ Osmanlı’nın ‘sırtlanlar’ tarafından kanatılan yaralarına merhem sürerek başladığı yolcuğuna, Mehmetçik ile her cephede yan yana yürüyerek devam etmiş, Türkiye’nin yaşadığı her buhranda ve her sıçramada da Devletinin
ve Milletinin yanındaki yerini almıştır.
Ülkemizin son yıllarda büyük bir sıçrama yaptığı tartışmadan varestedir. Kızılay’ın “Güçlü Türkiye’nin Güçlü Kızılay’ı” şiarıyla bu sıçramaya ayak uydurması da kaçınılmazdır. Kızılay, 2016 yılından itibaren bu sıçramanın stratejik planlarını yapmış, belirlediği stratejileri de bir bir hayata geçirmeye başlamıştır. İki olan uluslararası delegasyon sayısını 12’ye çıkarmış, 30’dan fazla ülkede insani yardım operasyonu başlatmış, 2017 yılında 20 milyon, 2018 yılında 30 milyon mazluma bir kap yemek, bir battaniye, bir kutu ilaç, bir bardak su verebilen örnek bir yardım kuruluşu halini almıştır.
Ancak, tabiatın kuralıdır: her değişim ve dönüşüm kendi karşıtını da oluşturur. Elbette bu da bizim beklediğimiz bir durumdu. Kızılay’ı milletine ait değerlerle buluşturma yolcuğunun sancısız geçmesi tabii ki beklenmiyordu. 15 Temmuz hain kalkışmasının ardından bir iç temizlik yapan kurum, 15 Temmuz’dan sonra demokrasi nöbetlerine, tüm talimatlara rağmen çıkmayan, milletinin gelecek kavgasında yerini almayan ‘Kızılaycılarla’ yollarını ayırdı. Milletin dişinden, tırnağından artırdığıyla yaptığı bağışları yerine hakkıyla ulaştırmayanla birlikte yürünmesi de beklenemezdi. 100 bin nüfuslu bir ilden birtek bile kurban vekaleti alamayan şube yapısıyla mazlumun yanındaki yeri alınamazdı. Yine tabiatın kanunu olduğu gibi, birçok farklı çevre ‘ortak düşman’ etrafında kendi farklılıklarını bir kenara atarak Kızılay Yönetim Kurulundan olağanüstü kongre toplamasını istediler. Yasal şartları yerine getirmiş olsalar idi bundan da geri durulmazdı elbette. Ancak Olağan Üstü Hal döneminde tüzüğü gereği Genel Kurul yetkilerini kullanma hakkı olan Yönetim Kurulu, kapatılan şubelerdeki delegelerin delege vasfının düşmesi, tüzük gereği başvuru yapmadıkları için bir ay sonra otomatik dernek üyeliklerinin de düşmesi, velev ki delege olsalar bile tüzük gereği 15 gün içerisinde beşte bir imzayı toplayamadıkları için bu talebi reddetti. Elbette bu kişilerin mahkemeye gitme hakları vardı. Yaklaşık 1 yıl önce mahkemeye aynı taleple başvurularını yaptılar. Yönetim Kurulu o kadar süreçten emindi ki, bu talebin yargıdan da döneceğine hiç kuşkuları yoktu. Ta ki ortaya garabet bir bilirkişi raporu konulana kadar. Hukuk Profesörü olan bilirkişi Kızılayla hiçbir hukuki bağı kalmamış bu kişilerin delege olduklarını, 15 günden sonra gelen tebligatların uzaktan gelip yolda vakit kaybettiğini dolayısıyla yasal olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyerek raporunu mahkemeye teslim etmiş. Mahkeme de, artık Kızılay ile hiçbir bağı bulunmayan bu kişilerin Kızılay yönetimini belirlemesi gerektiği yönünde inanmakta zorlanılacak bir karara imza attı.
Yerel mahkemenin kararı elbette ki –ve iyi ki- kesin karar değil. Bu karara Bölge Adliye Mahkemesi ve ardından ihtiyaç olması durumunda Yargıtay nezdinde elbette itiraz edilecektir. Bu yanlışlıktan dönüleceğine de canı gönülden inanıyoruz. Zira Devlet Türkiye’nin en önemli Uluslararası markalarından olan ve her yerde tanınan Kızılayı böyle hukuksuzluklara kurban etmez.