Ölüler dirileri duyar mı?
Bu soruya farklı meşrebi ve mezhebi olan âlimler farklı cevaplar vermişlerdir; çünkü ölülerin duyması durumunda hem onlardan bir şeyler talep etmek mümkün olacak hem de kabir başında yapılan telkin makul ve...
Bu soruya farklı meşrebi ve mezhebi olan âlimler farklı cevaplar vermişlerdir; çünkü ölülerin duyması durumunda hem onlardan bir şeyler talep etmek mümkün olacak hem de kabir başında yapılan telkin makul ve meşru olacaktır.
Bu konuda genel fıkıh kitaplarında bilgiler bulunmaktadır, ayrıca özel olarak kitaplar da yazılmıştır.
Burada bahsedeceğim iki kitapçık var:
Birincisi meşhur Bağdadlı müfessir Âlûsî’nin oğlu Mahmud’un yazdığı “el-Âyâtu’l-beyyinât fi adem-i semâ’i’l-emvât ınde’l-Hanefiyyeti’s-sâdât” adını taşıyor (Arabistan, 1425), ikincisi ise yine Bağdadlı ve Nakşibendî-Hâlidî Dâvud b. Süleyman’a ait, ismi de “Risale fi’r-reddi alâ Mahmud el-Âlûsî”. Bu reddiye tabii ikincisinden sonra yazılmış ama önce 1306’da basılmıştır.
Tasavvufta rabıta var; bir sâlik zikrini yapmaya başlarken önce rabıta yapıyor, Allah’tan Peygamberimize (s.a.) O’ndan Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ali’ye, onlardan aşağıya doğru diğer meşayihe ve en sonunda kendi şeyhine gelen feyze kalbini açıyor. Bu zevatın fâni âlemden göçmüş (ölmüş) olmaları manevî tesirlerinin devamına mani olmuyor, Allah Teâlâ gerektiğinde onlara hayat veriyor ve mesela selam verenlere cevap veriyorlar, yahut ruhlar (Berzah) âleminde dünyadakilerle irtibat kurmalarına engel bulunmuyor.
Tasavvufta bir de tevessül konusu var. Tevessül, Allah Teâlâ’dan bir şey isterken araya, O’nun sevdiğine inanılan bir zatın sokulması, onların ziyaret edilmesi, hatırlanması ve kabaca ifade etmek gerekirse, “Yâ Rabbi! Onun hatırı için duamı kabul et, bana şunu bunu yap, ver…” denmesi şeklinde gerçekleşiyor. Bunun da makul olabilmesi, bazı zevatın öldükten sonra da dünyadakileri duymasına ve/veya onlarla irtibat halinde olmalarına bağlıdır.