Tevil varsa tekfir yoktur
Önceki iki yazıda İmam Gazzâlî’nin Ehl-i sünnet, mezheb taassubu, tekfir konularındaki görüşlerini nakletmiştim. Maksadım mezhebleri inkar etmek veya insanları mensup oldukları mezheplerden soğutmak veya...
Önceki iki yazıda İmam Gazzâlî’nin Ehl-i sünnet, mezheb taassubu, tekfir konularındaki görüşlerini nakletmiştim. Maksadım mezhebleri inkar etmek veya insanları mensup oldukları mezheplerden soğutmak veya ayırmak değildir, maksadım mezheb taassubu, tekfir, düşman ilan etme, propaganda gibi makbul olmayan yolardan ümmeti bölmeyi, farklı ama Müslüman olan insanları kucaklamak yerine dışlamayı, tefrika yüzünden zayıflayarak düşmana yem olmayı karınca kararınca engellemektir.
Bu yazıda iki islam büyüğünün “tevil varsa tekfir yoktur” konusundaki açıklamalarını paylaşacağım.
İslam tarihinde tekfirci kişi ve gruplar daima bulunmuştur. Bunlar insanların söz ve davranışlarına bakarak ve bunların daima dinden çıkmaya ihtimalli tarafını tercih ederek, tevili inkar sayarak “karşı tarafı” tekfir ederler (dinden çıktıklarını, kâfir olduklarını söylerler).
Bunlara karşı bir de söz ve davranışı, sahibinin diğer söz ve davranışlarıyla bir bütün olarak ele alan ve en küçük bir “dinden çıkmama ihtimali” varsa bunu tercih eden, insanları mümkün olduğunca iman dairesi içinde tutan alimler vardır ve bu ikinci tutum “Kıblesi Kâbe olanları tekfir etmeyiz” diyen Ehl-i sünnetin tutumudur.
Bir örnek üzerinden açıklayalım:
Halîfe Hz. Ali’ye karşı olan Hâricîler, “Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir” (En’âm: 57) mealindeki âyeti kendilerine göre yorumlayıp Hz. Ali’nin, Muâviye ile ihtilafında çözümü hakeme bırakmasını tekfir sebebi saymış ve ona “kâfir oldun” demişlerdi.