Aşkımız, yasımız...
Hayat, güzellik, tutku, sevinç, kardeşlik, barış, aşk, özlem... Kobane’den Cizre’ye, Suruç’tan Nusaybin’e dek uzanan bir ufuk çizgisi, bir bataklığa girmeye hazırlanan Ankara ve son kanlı terör...
Hayat, güzellik, tutku, sevinç, kardeşlik, barış, aşk, özlem...
Kobane’den Cizre’ye, Suruç’tan Nusaybin’e dek uzanan bir ufuk çizgisi, bir bataklığa girmeye hazırlanan Ankara ve son kanlı terör eylemi...
Yüreğimiz parçalandı 28 can toprağa verilirken...
Sanki Süleyman Şah’ı IŞİD’den kaçırmak için PYDYPG desteğinde harekâtı yapan biz değil bir başkası...
Ben bunları düşünüyordum dün sabah...
Yaşam sürüyordu...
Dolunayın büyük aydınlığı göğü, denizi artık büyülemiyordu.
Jorge Luis Borges’in değişken dünyası, içbükey maviliğin içinde yaşamın tan rengiyle buluşuyordu.
Son gece fırtınasında başlayan kavga, umuda yolculuk, aşk, yas, sevda belki bir kadının saçlarının okyanusunda içli türküleri çağrıştıran yalnızlığa dönüşüyordu.
Ege kıyılarından açılan mülteci botları, derin sulara gömülürken umut arayanların çığlıklarını duyanlar da yoktu.
Kanatlı bir kupa, patırtılı dünyada kıskançlığın, barbarlığın simgesi olduğunu fark edemeyecek kadar bir boşvermişliğin sarmalında...
Aşkı, sevdayı, barışı unutmuştuk!
José Martí’nin aşkı, barış tutkusu kusursuz muydu bilinmez ama Tagore’un düşleri kimi zaman yaşamın en dolu anıyla birleşirdi:
“Kalkıyorum, sana dokunmak için uzatıyorum ellerimi.
‘Bir düş mü bu’ diye kendime soruyorum.
Ayaklarımı sarabilseydim kalbimle, göğsüme çekebilseydim.
Bunu sormadan gitme aşkım benim.”
***
Tagore, “Gitme aşkım benim” derken ne demek istiyordu acaba?
Uyurken kaçıp gitmesinden mi, bombalı bir terör eyleminde aşkını kaybetmesinden mi?
Ege’nin derin sularında yine bir mülteci botu mu batmıştı?
Karamsardık, hüzünlüydük, yastaydık...
Yaşam, mutluluk ve mutsuzluk üzerine kuruludur.
Dolunayın büyük aydınlığı bilmem sizi hiç korkuttu mu?
Aşk neydi, aşk?
Bir şiir, insanı nerelere götürür, hiç düşündünüz mü?
“Bırakırım şarkımı eğer istersen
Kaçırırım gözlerimi yüzünden, kalbini titretirse.
Dolunay üşütürse ansızın, çekilip başka yola saparım.
Çiçek örerken tedirgin ederse seni, bahçene girmem.
Suyu kabartırsa eğer
Coşturursa, yüzdürmem kayığımı senin kıyında.”
Honoré de Balzac, ilk aşkı Berny’ye (asıl adı Laure Hinner) 1821’de yazdığı mektupta şöyle der:
“Mutsuzsunuz, biliyorum bunu, oysa ruhunuzda sizin bilmediğiniz ve sizi hâlâ yaşama bağlayabilecek zenginlikler var...
Karşıma çıktığınızda, mutsuzluğu yüreğinden kaynaklanan bütün insanlardaki o çekicilik vardı üstünüzde...”
Balzac, acı çekenlerin peşinden gitmeyi severdi...
Büyülü güzelliğe tapar, düşlerini bir kadının gözlerinden anlardı.
Bir umudun, sevdanın, aşkın, barışın aydınlık yoluydu bu...
Jerome Antoine Rony’den küçük bir alıntı:
“Aşka bağlı kıskançlık, mağdur edilmiş sahibinin öfkesidir.”
Balzac ise “İki aşk vardır” der, “hükmeden aşk, köleleştirici aşk”...
Bir de birleştirici aşk vardır ki, iki kişiyi bir bütün eder...
Çünkü bu aşk özgürlük ve barışı içerir!