Çığlık...
İç çeken bir çocuk dolaşır çevremizde; bir kadın elleriyle büyütür sevdaları; bir adam zamansız sevişmeleri düşler geceleri... Bir kentin çığlık çığlığa...
İç çeken bir çocuk dolaşır çevremizde; bir kadın elleriyle büyütür sevdaları; bir adam zamansız sevişmeleri düşler geceleri...
Bir kentin çığlık çığlığa yalnızlığı kuşatır düşüncelerimizi...
Kimi zaman meyhanelerde, kimi zaman sokaklardayızdır...
Bir liman kentini anımsarız, yalpalayarak yürüyen, birbirleriyle şakalaşan, şarkı söyleyen sarhoş gemicilere bakarız hiç soluk almadan...
Uykuların derinliğinde bulduğumuz umutlarla avunuruz, içimize sakladığımız sırları hiç kimseye anlatmayız...
Bir boş vermişliğin içinde çoğalırız, sevdanın yarım kalmış şarkılarını söylemekten çekiniriz...
Vurgun yemiş gibi oluruz bazen, bir kaçışın için de yok olup gideriz...
Ay ışığı bir sevgiyi anlatmaz...
Kör gecelere asılı kalıp dururuz...
Oysa renklerle parlayan geceleri aramalıyız, zırhlı bir yüreği vakitsiz öten horoza benzetmemeliyiz...
Belki de Pedro Salinas’ın bağlarını koparmış kelimelerinde birbirini tanımayan yüzlerle karşılaşmalıyız...
Bir şeyler mırıldanmalıyız, hoş ve güzel şeyler söylemeliyiz; serin ağaçlar altında Paul Eluard’ı okumalıyız...
Gözlerimizi, kirpiklerimizi ve ellerimizi “Sevdanın Saati”ne ayarlamalıyız, “Kapılar tutulmuş neylersin” deyip haykırmalıyız:
“Şehir yenilenmiş neylersin
Açlıktır başlamış
Elde silah kalmamış neylersin
Neylersin karanlık...