Darmadağın olmuş bir yaşam...
Güneş yüzünü gösterdi günler sonra. Bir çocuk ağladı sabahın ilk ışıklarında... Irmak kıyılarında mavi tebeşir evler vardı... Karl Kolow’un ağıtları tüm yüzlere...
Güneş yüzünü gösterdi günler sonra. Bir çocuk ağladı sabahın ilk ışıklarında...
Irmak kıyılarında mavi tebeşir evler vardı...
Karl Kolow’un ağıtları tüm yüzlere yansıyordu.
Düşsüz uykularımızda kömür rengi bükülen kurşunlar görülüyordu...
Bir aşk masalının orta yerindeydik oysa. Tüm sevişmeleri yarım bırakmıştık. Ağlamak istiyor, ağlayamıyorduk...
Bir yerlerde birileri konuşuyordu, dar odalarda menekşeler büyüyordu...
Hep umuda koşmuştuk, hep bir şeyler aramıştık!..
Sen bir yaz boyu o deniz kıyısındaki kahvedeydin. Işıldayan gözlerinle yarınların habercisiydin...
Darmadağın olmuş bir yaşamın, o olanca mutsuzlukların büyüyen hüzün çiçeğiydin sen!..
Bir gece yarısı Varşova Garı’nda rüzgârda uçuşan saçlarınla koşup gelmiştin...
O an ne düşünmüştün bilmiyorum ama eski bir gramofonda çalan şarkı bize nice sarhoş günlerimizi geri getirmişti...
Ve ikimiz birlikte dinlemiştik o şarkıyı:
Tam ortasında göçtü kışın:
Dereler donmuş, neredeyse bomboştu havaalanları,
Yağan kar bir başka biçime sokmuştu anıtları;
Civa düşmüştü ölen günün ağzında
Elimizde bütün göstergeler birleşiyor
Öldüğü günün soğuk, karanlık bir gün olduğunda.
W. H. Ayden’in, Yeats’in anısına yazdığı dizeler bu kez bir Prag sabahında karşımıza çıktı. Kan ezilmiş tutkular büyüdü...
O sabah bir kez daha yüzüne baktım...
Şakaklarında işkence izi, gözlerinde demir sürgü vardı...
Belki sen Paul Eluard’ın yasaklanmış sözcüklerinden çıkıp karşıma dikilmiştin...
Biliyor musun umut paramparça değil, yabanıl değil sevişmelerimiz...
Varşova’da o karlı gece hiç bitmeyecek sanmış, nice düşler kurmuştuk birlikte...
Korku ve özlem!..
Belki de köleliğe dönüşmüş bir özlem. Yitirme duygusu da korkuyu içinde saklıyor olmalı...
Claude Sernet’ten Can Yücel’e, Arthur Rimbaud’dan Edip Cansever’e dek tüm şairlerin sınırsız hüzünleri var yüreğimizde...
Çığlıksız bir gecede sesler duyuyoruz...
Diyorlar ki:
Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
On dişleriyle belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
Evet mi hayır mı pek anlamadım.
Bir gecede mevsimler değişmişti...
Sonsuzluğun acısıyla uyanmıştık alaca bir şafakta...
Çocuklarla, kuşlarla, ağaçlarla, çiçeklerle, çoğalan ırmaklarla uyanmak neyin habercisiydi?
Yağmurlar kentin üstüne üstüne geliyordu...
Bir çocuk hıçkırıklara boğuluyor, kuşlar çıplak ağaçların dallarına konuyordu...
Neredeydin ey benim 20 yaşlı sevdalı kuşlarım?
Ve biz yaşamı sevgi duvarıyla örterdik, tıpkı Can Yücel gibi:
Baktım gökte bir kırmızı uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirildiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.