Diren kazanacaksın.
Hayat, direnmektir... Hayat, egemenlerin önünde eğilmemektir... Hayat, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri savunmaktır. Cesaretli olmaktır hayat... Yüreğinle sevgiyi...
Hayat, direnmektir...
Hayat, egemenlerin önünde eğilmemektir...
Hayat, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri savunmaktır.
Cesaretli olmaktır hayat...
Yüreğinle sevgiyi kucaklamak, umudunu hiçbir zaman yitirmemektir.
Hayat sevmektir; sevmek kusursuzca, alabildiğine özgür, alabildiğine yürekli bir birey olabilmek; hayat her anı temiz bir hava gibi ciğerlerine çekmektir.
Hayat aşkın masmavi atlasıdır...
Zamandır, aşktır, özlemdir.
Uzun bir yol, dağların doruklarıdır.
Hiçbir zaman direncini yitirmeden, boyun eğmeden, bir şafak vakti gün aydınlanmadan masmavi düşler kurmaktır.
Sevdayı bir nakış gibi işlemektir. Yüreğinin sesini dinlemektir.
Kendi hayallerini çoğaltmaktır hayat...
Mücadeledir.
Mevsimleri içinde mayalamak...
Kimileri “evet” diyor, kimileri “hayır” diyor.
Bu savaşın galibi olmayacağını kimse aklının ucuna getirmiyor.
Demokrasi!
Barış!
Kardeşlik!
Dayanışma!
Emeğin örgütlü gücü!
Sermaye-emek çelişkisi!
Bak, gökyüzü sıkılmış bir yumruk gibi gergin...
Gök yırtılıyor ansızın.
Mavi bir renk kuşatıyor çocukların gözlerini...
Şu elindeki umut!
***
Rüzgârdık bir zamanlar, özlemdik, sığ sulardık. Aydınsızlıktık. Kan ısısındaydık.
Geride kalan yılları arar gibiydik.
Gece çılgını mor sevdaların içinde büyürken André Breton’dan Paul Éluard’a, Turgut Uyar’dan Cemal Süreya’ya doğru yolculuğa çıktığımız kış akşamlarında konuşuyorduk.
Bir buluşma yeri miydi bizim hüzünlerimiz, acılarımız bilmiyorduk.
Avukatlarımız, tutuklu yazar ve yöneticilerimizin yaşadığı hak ihlallerini hazırladıkları dosyada birer birer sıralamıştı.
Tutuklama sürecindeki hukuka aykırılıklar, başvuru dosyasında sıralanmıştı.
Arkadaşlarımız başvurunun özetini Cumhuriyet’in manşetinden vermişlerdi:
“Hukuksuzluk AİHM’de...”
Neydi onlar: