Gecikmiş sevda...
Tan ağartısı gibi ak ve lekesiz bedeninden, kızıl lal taşı dudağında yükselen bir sevda bulutu muydu? Tudor Arghezi, o tutkunun çemberinde “kurban edilmiş bir akşamdan sabaha” bakarken yüreğini saran bir...
Tan ağartısı gibi ak ve lekesiz bedeninden, kızıl lal taşı dudağında yükselen bir sevda bulutu muydu?
Tudor Arghezi, o tutkunun çemberinde “kurban edilmiş bir akşamdan sabaha” bakarken yüreğini saran bir sarhoşlukla sesleniyordu:
“Ah sevgilim, ah merhametsizim benim!..”
Fırtınalarda sürüklenip giden bir aşk, tüm acıları da beraberinde taşıyordu...
Soluk alıp vermeler duyuluyordu gecenin bir vaktinde...
Bir kadın ağlıyor, bir erkek denize taş atıyordu...
Siyah saçlı, kara gözlü bir kadın, o sarışın, mavi gözlü kızı kıskanıyordu...
Biri ötekine caka satıyordu...
Diyordu ki:
“Tutkulu, ateşli ve çekici olur kadın...”
Öteki gülümsüyordu...
O kıyıcı kırmızı dudaklarında imbat esiyordu...
Tan ağartısı kadar ak ve lekesiz bir bedende buluşmalar sona eriyordu...
Galiba aşkın kanatlanışı ve uçuşu başlıyordu farkında olmadan...
Belki de zaman uğursuzdu...
Esinti kesilince sabah mı oluyordu?
Bir el dokunuyordu omzuna...
Sonra gözlerini yumuyor, sonra Felix Arvers’e bakıp konuşuyordu:
“Kalbim sırrı buldu, manalandı hayatım. / Ölmez bir aşk aniden kapladı benliğimi: / Ümitsiz acı çektim ve herkesten sakladım, / O bile kendisini bilmedi sevdiğimi.”
***...