Hukuk nerede?
Başını göğe kaldırdı, bir süre gözlerini yumdu, yıllar önceyi anımsadı... Bir hastane odasını düşündü. Bir zaman tünelinden geçiyor gibiydi. O hastane odasında...
Başını göğe kaldırdı, bir süre gözlerini yumdu, yıllar önceyi anımsadı...
Bir hastane odasını düşündü. Bir zaman tünelinden geçiyor gibiydi.
O hastane odasında saçlarına kır düşmüş adam, Alman şairi Karl Krolow’un dizelerinde geçmiş zaman fotoğraflarını görür gibi oluyordu.
Az önce ameliyattan çıkmıştı...
Yine gökyüzü güneşliydi dün sabah gibi...
Gökyüzü sıkılmış bir yumruk, gökyüzü kanayan bir ırmak, gökyüzü hüzün, özlem, hayattı insan için.
Şafağın günbatımıyla birleşen dokusu nedense yıllar önce acıları mavi bir çizgide yürüyordu bugün nasılsa öyle.
Odysseus gibi bir gölge laternaların tekdüze havalarıyla oynaşırken, özürlüğe açılan tüm kapılar kapanıyor, düşler ormanında alçakların çığlık çığlığa kaçışları ansızın karşıma çıkıyordu masallarda.
Yaşamın burukluğu o düşsüz uykularımızı deliyor, varsayılan bir anayurdun yani İyonya’nın denize inen yeşil vadilerinde zeytin dalı barışın simgesi oluyordu.
***
Aslında sözün bittiği yerdeyiz.
Başımız dik, onurlu.
Temel hak ve özgürlüklerin, laikliğin, aydınlanmanın savunucusuyuz...
Akın Atalay’ın o sözleriyle devam edelim:
“Yayımlanan manşetler ve köşe yazılarıyla ilgili, 30 yıllık bir avukat olarak öğrendiğim bütün bilgilerin ve kanun okumalarımın yanlış olduğunu gördüm.
Bana öğretilen hukukta ve okuduğum metinlerde, yayın yoluyla işlenen bütün suçlarda, ceza sorumluluğunun kimlere ait olduğu açık ve net olarak bellidir. Anayasa ve Türk Ceza Kanunu’nda ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi vardır.
Dolayısıyla ne üretilmesinde ne oluşumunda ne de yayımlanmasında herhangi bir dahlim, yetkim olmayan ve kanunen de sorumlu tutulmam mümkün olmayan konularda açıklama yapmak durumunda olmadığımı düşünüyorum. Bu şekildeki bir suçlama Türkiye’nin yaşadığı talihsiz dönüşümün sonuçlarıdır.”
***