Ölüm ülkesi...
Ansızın çekip gitmişsin tek başına... Mevsimleri çağıra çağıra gitmişsin... Zamansız gitmişsin kaçarcasına... Kent kuşatılmış... Silah...
Ansızın çekip gitmişsin tek başına... Mevsimleri çağıra çağıra gitmişsin... Zamansız gitmişsin kaçarcasına...
Kent kuşatılmış... Silah sesleri... Kurşun vızıltıları...
Yer yerinden oynuyor sanki!
Zamana “dur” diyemiyorsun, Pavel Matel’in dizelerinde kendini bulamıyorsun...
Ateşsiz aşk olmaz, onu bile öğretmemişler sana.
Onun için suskunsun bir yeraltı ırmağı gibi!
Göç başlamış gülüm, haberin var mı?
Sis çökmüş, karanlık basmış.
Kaygılarımdadır yaşadığım her gün, her ölüm haberi...
Haydi kapa çocuğum gözlerini, derin gece kanatlansın gözlerinde.
Gel ellerimi tut, bana bir şeyler anlat yaşama dair, sevgiye dair, sevdaya dair.
Susma konuş!
Yılgın olma!
Savaş çığlıkları atanlara karşı “barış” diye haykır tüm gücünle.
Şu soruyu sor silahın tetiğini çekenlere:
“Hangi soluk ay dokuzda çeker yanaklarından kanı?”
Yoksulluğun resmini çiz bana, şarkılar söyle, öyle boynu bükük dolaşma sakın!
Niçin bitkindir karanfil, gül neden solgundur bilir misin?
Gece uyku girmez oldu gözlerimize, bak nasıl da sallanıyor yıldız çiçekleri...
Lorca konuşuyor düşlerimde benim...
Başını göğe kaldır bak uzun uzun...
Alev alev rüzgârlar, ay kömür olmuş nedense...
Savaş uçakları, uçak gemileri Akdeniz’i mesken tutmuş...
Yağmur yağıyor Gazze’ye, Şam yanıyor cayır cayır tıpkı Silopi gibi.
Haydi gel, yüz yüze duralım böyle, elin elimde kalsın... Bizi Apollinaire kıskansın.
***
Kuşatılmış kentler, kurşunlanmış evler... Duvarlar delik deşik çocuğum... Camilerparamparça, her taraf yangın yeri...
Öğretmenler gitmiş okullar kapanmış...
Şehitler, ölümler!
İçeriye atılan gazeteciler, yürüme yürütme, çözümden çözümsüzlüğe doğru işleyen süreç.
Basına baskı, gözdağı, gazetecilere açılan yüzlerce dava, ucu açık tutuklamalar...
Nasılsınız Can Dündar, Erdem Gül ve haberci arkadaşlar?
Sahi Musul’da kaç askerimiz var bizim, sen biliyor musun çocuğum.
Suruç’ta kaç şehit, kaç ölü... Cizre’de yaşam nasıl?
Ölüm ülkesinde ateş kalır sadece!
Ben derin ve sessiz bir gecenin içindeyim...
Paramparça olmuş umutlarımı topluyorum.
Kin ve nefret sarmalı, vızıldayan kurşunlar...
Biliyorum, uyuyamıyorsun çocuğum.
Yok olmuş içimizdeki o taptaze sevimlilik, o tutku, o aşk, o sevecenlik.
Sanki yıkıcılar geldi yıktı duvarları, evlerin kapılarını kırıp içeriye girdi...
Sen korktun çocuğum!
Oysa güzel anılar biriktirmiştim ben o yoksul ailelerin çocuklarından.
Barış şarkıları, türküleri söylemiştik birlikte.
Anımsıyor musun, yıllar önce Malabadi Köprüsü’nde konuşmuştum sizinle...
Denizden bulutlara, bulutlardan dağlara, ırmaklara koşmuştum, Tunceli Ovacık’ta kış çiçekleri toplamıştım.
Dudaklarımda tanyerinin tuz tadı!