Sesler ve küller...
Bir çocuktu o... Gözlerinde tarifsiz sıkıntılar vardı. Gözlerinde bir başka anlam... Onu televizyon ekranlarında gösterdiler sık sık. İki parmağıyla zafer işareti yapıyordu. Kalabalıkların...
Bir çocuktu o...
Gözlerinde tarifsiz sıkıntılar vardı. Gözlerinde bir başka anlam...
Onu televizyon ekranlarında gösterdiler sık sık. İki parmağıyla zafer işareti yapıyordu. Kalabalıkların ortasında yüzünü kırmızı bir bezle gizliyordu...
O çocuğu, o çocukları meydanlarda tanıyalı yıllar olmuştu. Karadeniz’de fındık, çay mitinglerinde; Ege’de üzüm, tütün mitinglerinde, o yıllar yüzlerini kırmızı bez parçasıyla saklamazlardı.
Yıllar geçti, o 17-18 yaşlarındaki çocuklar büyüdü çoktan. 50’li yaşlarına merdiven dayadılar. Kimilerinin sapsarı saçları, mavi gözleri beyazın orta yerinde seslere, küllere karıştı.
Bilmem o çocukları en güzel Behçet Aysan mı anlattı?
“İpince ipekten gece
hışırtısı yırtılır gibi
çalıyor sessizliğin kampanası
dışarıda afiş asıyor çocuklar
uzaktan silah sesleri geliyor
kal diyor, bir kadın sesi gitme kal,
ve patlamaya hazırlanıyor leylaklar...
Kalbimde.”
Yüzyıldır ülkemizde güzel bir gelecek için seslere ve küllere, zincirlere ve ölümlere, bütün acılara göğüs geren çocuklar yine bir televizyon kanalında beni hüzün yüklü bir yolculuğa çıkarıyor...
Tüm aşklara meydan okuyorum inatla, kapanmış bir sürgüyü açmaya çalışıyorum...
Hapishanelerden gelen mektupları okuyor, kulakları sağır eden çığlıkları duyuyor, gözü yaşlı anneleri, babaları, kardeşleri bir başka zaman tünel...