Şopen Sokağı...
Bir fotoğraf düştü önüme, bir bakış yaşamın içinde büyüdü, yüceldi... Damardan boşalan kan gibi ılık ve uğultulu son lodoslar esmeye başladı... “Mavi gözlü dev”...
Bir fotoğraf düştü önüme, bir bakış yaşamın içinde büyüdü, yüceldi...
Damardan boşalan kan gibi ılık ve uğultulu son lodoslar esmeye başladı...
“Mavi gözlü dev”, gecenin derinliğinde çaldı kapımı...
Ben, o sırada gökyüzünün beyazını laciverde boyamaya koyulmuş, seyir defterine minnacık bir not düşmüştüm:
“Yıldızları sakladım senin için!..”
Fotoğrafı elime alıp iri siyah gözlerini çıkardım ve önüme koyup konuşmaya başladım...
Şair, “Bugün ben çok yorgunum” dedi koltuğa otururken. O saatte Varna’dan bir ses duyuldu, Karadeniz yine hırçın ve dalgalıydı. İstanbul kıpkızıl çizgilerle bölünmüş, Boğaz sıcak ve koyu bir karanlığa gömülmüştü. Şair yerinden kalktı, birden balkona çıktı, mırıldanmaya başladı:
“Ne güzel şey hatırlamak seni;
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaş üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...”
Her şey geç saatte başlamıştı.
Şair dert yüklüydü, şair hüzünlüydü...
Laciverdin içine sakladığım yıldızlar bir süre sonra özgürlüklerine kavuştu.