Suskunluk...
Bulanık akan ırmaklar, mavisini yitirmiş denizler, acıların çoğalanfotoğrafları, sırtından vurulmuş bir delikanlının çığlığı, yüreğimin derinliğinden...
Bulanık akan ırmaklar, mavisini yitirmiş denizler, acıların çoğalanfotoğrafları, sırtından vurulmuş bir delikanlının çığlığı, yüreğimin derinliğinden fırlayıp beynime giriyordu sanki...
Bir süre denizi seyrettim, mavi göğün altında yürüdüm...
Anılar denizindeyim yine.
Niçin bulanık akıyordu ırmaklar, niçin mavisini yitirmişti denizler?
Bu soruyu uzun uzun düşündüm...
Doğanın cellatları dağlarımızı, akarsularımızı, göllerimizi birer birer ele geçiriyordu.
Çokuluslu altın avcısı şirketler Karadeniz’de, Ege’de tüm coğrafyamızda ağaçları kesiyordu.
Milyonlarca ağaç ölüyordu.
Uğur Mumcu’yla Ayvalık’ta karşılaşıyordum. Ahmet Taner Kışlalı’ya bir Ankara sabahında merhaba diyordum.
Belleğimde iz bırakan hüznün şarkısı Orhan Yavuz’u, Kemal Türkler’i, Abdi İpekçi’yi, Orhan Cavit Tütengil’i anımsıyordum.
Ellerim ceplerimde Sarayburnu’nda dolaşırken yeşil bir vadinin içinde SerdarAlten, Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar’la karşılaşırım...
Kaç düşleri kovaladım ben...
Devlet içindeki silahlı çetenin Uğur Mumcu’yu alçakça katlettiğini bilirim.
Bir dağın denize bakan yamaçlarında oturup hayatın akışına tanık olurken gözlerimi yumarım.
Bahriye Üçok ve Muammer Aksoy’a gülümserim...
***
Kâğıt parçalarına yazılmış notlar, benim anılarımdır.
Kara hayatın ortasında yitik zamanın peşindeyim ya da kendimi böyle avutuyorum.
Kilit vurulmuş kapılar açılmaz ne yaparsan yap...
Hep acılar beklenir derin kuytularda...
Mor menekşe yalnızlığı sarar odaları.
Akşam olur yıldızlar yanıp söner Homeros’un ışık sahilinde...
Yıldızlar birer ikişer söner.
Kör bir uykunun içinde ışıksız geceler, siyahın ortasına damlamış bir yeşile benzer.
Hüzün!
Coşku!
Acı!
Sevinç!
Yalnızlık!
Çırpınarak anlamını arayan binlerce sözcük...