Zambaklar giyinmiş genç bir kız...
Uzun uzun konuşmuşlardı o gece... Yaşamın içinden küçük öykücüklerdi birbirlerine anlattıkları... Yarınlar maviye ve kızıla dönüşen seslerle çoğalacaktı. Doğan günle...
Uzun uzun konuşmuşlardı o gece...
Yaşamın içinden küçük öykücüklerdi birbirlerine anlattıkları... Yarınlar maviye ve kızıla dönüşen seslerle çoğalacaktı. Doğan günle açılacaktı sayfalar... Uyandıklarında deniz durgundu...
Fırat kıyısında bir kuş havalandı o saatlerde, Kızılırmak’ta ağaçlar uyanmak üzereydi...
Harran Ovası’nda renk renk giysiler içindeki genç kızlar yaşamın kendi derinliğinde türküler söylüyorlardı...
İkisi de dalıp gitti!..
Erkek ayağa kalktı, balkon kapısını açıp masmavi denize baktı...
Dedi ki:
“Karanlığın içinde aydınlığı arıyoruz yıllardır...
Bak, iç çekişmeler mevsimindeyiz artık...
Karl Krolow’un ağıtlarında buluşuyor, Yannis Ritsos’un, Octavia Paz’ın uzaklardan yankılanan sesini duyuyoruz...
Söyle haydi, neden bıraktık tüm sevişmeleri?
Hani uykuların derinliğinde yakaladığımız umutlarımız vardı bizim!”
Kadın da balkona çıktı...
Erkeğe, “Gökyüzüne baksana” dedi, “Tüm umutlarımızı salmışız oraya, renk renk uçurtmalar gibi.”
Erkek gülümsedi; sonra kadının elinden tuttu. İşaret parmağından öptü...
Saydam gövdesini açan gün ikisinin gözlerinin içini okuyordu...
Erkek, kadına Octavia Paz’ın dizelerinde seslendi:
...