1 Kasım eşiği
Rekabet, siyasetin doğasında var. Kazanmak için rekabet etmek, rakibin olumlu ve olumsuz özelliklerini de hesaba katarak bir oyun kurmak gerek. Bu süreçte karşınızdakinin kendi tabanınıza uymayan olumsuz özellikleri üzerinden...
Rekabet, siyasetin doğasında var. Kazanmak için rekabet etmek, rakibin olumlu ve olumsuz özelliklerini de hesaba katarak bir oyun kurmak gerek. Bu süreçte karşınızdakinin kendi tabanınıza uymayan olumsuz özellikleri üzerinden siyasal iletişimin de bir alt başlığı olan ‘negatif kampanya’ oluşturabilirsiniz. Negatif kampanyayı yaparken kendi duruşunuzu tahkim edecek bir ayna olur karşı tarafın zaafları. Seçmen bu çirkin aynada sizin olumlu özelliklerinizi, topluma vaadlerinizi daha net görür. Toplumdan topluma, çağdan çağa değişir negatif kampanyanın niteliği. Örneğin Viktoryen dönem İngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli, liberal rakibini ‘Hiç centilmen değil’ ya da ‘Prensipsiz bir çılgın, kıskançlık, kincilik, riyakarlık ve hurafenin olağanüstü karışımı’ gibi nitelemelerle yenilgiye uğratmak istemişti.
Şimdi toplumdan topluma, çağdan çağa bir geçiş yapalım ve bugüne gelelim. ‘Hiç centilmen değil’ gibi bir niteleme ne kadar da lüks görünüyor Türk siyasetinin içinde bulunduğu iklim için. Tıpkı Kuzey Avrupa ülkelerinde balinaların yaşam hakkı konuşulurken, Türkiye’de sahile vurmuş bir mülteci çocuk bedeninin konuşulması gibi. Avrupa’da siyasetin meseleleri ile Akdeniz çevresinde, Ortadoğu’da siyasetin gündemleri bambaşka. Bu nedenle siyasetin tarzı da başka. Söylemi, uslubu, kampanyaları da farklı. Fakat Türkiye’de mevcut siyaset kampanyaları hiç bu kadar usul kaybı yaşamamıştı. Centilmenlik şöyle dursun, mevcut manzarayı siyaset iletişiminin ‘negatif kampanya’sı olarak bile tanımlamak kabil değil. Son derece derinliksiz, son derece ahlaki sefalete garkolmuşçasına bir saldırı dili hakim. Üstelik de tek bir isme indirgenmiş bir siyasal kavga var. Ne mücadele, ne rekabet, basbayağı kavga... Adına kampanya bile diyesi gelmiyor insanın.